Müjdat Gezen

Nebati Efendi

06 Haziran 2022 Pazartesi

Pek çok büyük gazetenin mizah sayfası yönetmenliğini yaptım. O süreler içerisinde çalıştığım gazetelerin, benim hakkımda, reklamıma dönük haber yapmalarını hep engelledim. Oysa benim bir de oyunculuk yanım var. Buna karşın, hem bu gazetede yazıyorsun hem bu gazete seni övüyor meselesi hoşuma gitmedi. Geçenlerde Cumhuriyet’ten genç bir kızımız beni aradı ve bir haber röportajı yapmak istediğini söyledi, kabul etmedim. Oyunum sekiz ödül aldı, hiçbiri Cumhuriyet’te, sanat sayfasında yayımlanmadı. Gerek yok. 

Nebati Bey’le ilgili olarak da yazmayacaktım ama yine bu gazetede “Köşe Atışı” adlı köşemde kendisine bir şaka yapmıştım ya “Doktor bana Nebati’yi yasakladı, artık zeytinyağı kullanıyorum” diye. Aradan üç beş gün geçti geçmedi maliye müfettişleri 2021 yılı defterlerimi incelemek üzere faaliyete geçtiler. 2021 hem okulumun hem tiyatromun kapalı olduğu yıl. Koronanın en hızlı zamanları. Birkaç kurs öğrencisini okutabildik, bir dolu bir boş sıralarda, maskelerle. Buraya kadar iyi. Ama altmış yıldır deftere tabi bir sanatçı olarak ben hiç denetlenmedim. Bu ilk kez oluyor ve ilk denetimi yapan müfettiş değiştirildi. Neyse. Şimdi bunlar, benim için onlarca dava açtılar. Hakaret, cumhurbaşkanına hakaret, tutmadı. FETÖ’cü zaten tutmaz. PKK olmaz “Bari maliyeden girelim” dediler. O da tutmaz. Burada beni kızdıran, benim defterlerimin incelenmesi değil. Okulumun ne kadar öğrenci velisi varsa hepsinin evlerine telefonla baskı yapıp sorguya çekilmesi. Bak Nebati Efendi. Bu anayasal bir suçtur.

Benim öğrencilerimin velilerini baskı yoluyla yıldıramazsınız. Hepsi bize telefon açıp “YANINIZDAYIZ” diyorlar. Çünkü MSM; sanatın, Cumhuriyetin ve demokrasinin sığınılan kalesidir. Koruyucusu Atatürk’tür. Biz böyle şeylerle yılmayız. Ama tam altmış yıl hakkında bu konuda hiçbir tezvirat yapılmamış birine böyle girerseniz, size ille de bir bedel ödetirler haberiniz olsun. Sanırım siz komik birisiniz. Ne yapsanız, ne söyleseniz gülüyorlar. Ben de gülüyorum zaman zaman. Ama duracağınız noktayı bilin. Altmış yılı aşkındır bu halkla iç içeyim. Sizi hiç tanımam. Kimsiniz, nesiniz, nasıl bakan oldunuz, bilmiyorum ve ilgilenmiyorum. Ama “Nebati bana dokunuyor” söylemimi biraz daha ileriye götürüp “Nebati bana gerçekten dokunuyor” diye değiştiriyorum. İşin fena yanı, bana kim dokunduysa çarpıldı. Allah’ın da böyle bir adaleti var demek ki. Beni bu yazıyı yazmaya mecbur eden sisteminiz yakında çökecek. Mali defterlerim de benim yaşamım kadar temizdir. Üzerinde oynamalar falan yaparlarsa bedellerini öderler. Kim olursa olsun, bunu affetmem. Sakın öğrencilerimle ve öğrenci velilerimle uğraşmayın. Onlar benim canlarım ve kan damarlarımdır. Benimle uğraşmanız ise zaten beyhudedir. Sizler gidicisiniz. Biz ise hancıyız.

Sitemlerimle...


ATEŞ YAKMAK

Ilık bir mayıs akşamı. Şehrin ışıkları uzaktan, ateş yaktığımız kumsala göz kırpıyor. Kızlı erkekli yaklaşık on kişilik bir grubuz. Biri gitar çalıyor, diğeri güzel sesiyle ona eşlik etmekte. Kızlardan birinin sesi çok güzel. Şarkıya ikinci ses yapıyor bir profesyonel edasıyla. Ateşten arada bir çıtır çıtır sesleriyle sıçrayan kıvılcımlar şarkının arasına güzellik katmakta. 

Ateş yavaştan sönmeye yüz tutuyor. Bir kız, bir erkek hafiften gruptan ayrılıyor ve az ötedeki duvara sırtlarını dayıyorlar. Derken bir çift daha kaçıyor hafiften. Şehrin ışıkları ta uzaklarda olduğundan kumsalı aydınlatamıyor haliyle. Ben de kendi kız arkadaşımı alıp kuytu bir yere çöküyorum. Şarkı susuyor. Ortalık sessizliğe büründü. Bakıyorum bizim kara sakallı arkadaş kızı öpüyor. Oh ne âlâ. Ne güzel bir akşam... Denizin arada bir kıyıya vuran minik dalga sesi insanın içini güzelleştiriyor. Yarın tatil. Herkesin keyfi yerinde. Çok güzel bir mayıs bu. Öpüşüyoruz. Kendimi de kattım ya bu konuya. Tamam, aynen böyle olmuştu ama bundan tam altmış yıl önceydi. Durup dururken aklıma geldi. Zaten artık sadece aklımıza geliyor.


OYUNCAKÇI

Hukuk fakültesine gidiyordu. Ya hâkim ya savcı ya avukat olacaktı. Evliydi, iki çocuğu vardı, bir kız, bir oğlan. Oğlu küçük yaşta geçirdiği hastalıktan dolayı zor yürüyordu. Küçük yaşta askerlik mesleğine heves etmiş ve o işi meslek olarak seçerek askeri okula girmişti. O yıl mezun olacaktı. Yıl 1938 idi. Nâzım’ın şiirlerine hastaydı. Onunla tanışıp bir şiirini imzalatmak en büyük arzusuydu. Nâzım o zamanlar İpek Film Stüdyosu’nda çalışıyordu. Bir iş çıkışında buldu Nâzım’ı. Ayaküstü konuştu onunla, hayranlığını dile getirdi. Harp Okulu’ndan A. Kadir adlı arkadaşının da kendisini çok sevdiğini belirtti. Nâzım olgun ve deneyimli bir adamdı, “Bence siz benden uzak durun, başınıza iş açarlar sonra” diye nasihat verdi. Dediği çıktı. Çok kısa süre sonra hem Ömer Deniz’i hem A. Kadir’i tutukladılar. Ömer Abi yedi buçuk yıl cezaya çarptırıldı ve beş buçuk yıl yatıp çıktı. Artık tek isteği hukukçu olmak ve ülkedeki hukuksuzluğa karşı çıkmaktı. Fakat aileyi geçindirmek çok kolay değildi. Fatih Hırkaişerif’te bir oyuncakçı dükkânı açtı. Eyüp Sultan Oyuncakları diye bilinen tahta oyuncakları yapmaya başladı. Bizim eve on metre mesafedeki o küçük dükkânda ben oyuncakçı çırağı olarak Ömer Abi’ye yardım ediyordum. İlk kuklalarımı o bana yaptı, ben boyadım ve oynattım... Tabii Ömer Abi’nin Ömer Deniz olduğunu yıllar sonra öğrendim. Ailesiyle temas kurduğumda ise o artık hayattan ayrılmıştı. Avukat oldu. Dükkânı kapadı. Ben de o semtten taşınmıştım. Ayrıldı yollarımız. Ama Nâzım bizi sık sık birleştiriyor. Bu sıralar yine sevgili kardeşim Sunay Akın’ın bu konuda yazdığı öykü gündemde. Bana soruyorlar bu olayı. “Doğrudur” diyorum. Ayrıca Sunay bu bölümü sahnede oynadı. Bir keresinde o bölüme ben eşlik ettim. İnternette dolaşan o olay tamı tamına yaşanmıştır. 


Bir avuç pirincin

sana bir gün boyu yetmesi

bir meyveyi dalından koparışın

en olmadık acılarda gülümsemen

var ya;

simgesidir varışın!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Elif 9 Aralık 2024
Hastaneler 2 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları