Özdemir İnce

Suriyelilerin vatanı neresi?

21 Şubat 2020 Cuma

“Vatan”ın iyi tanımlarından birini yeni Ermeni Patriği Sahak Paşalyan yapıyor: “İnsanın vatanı çocukluğudur” (Hürriyet, 2.2.2020) diyor. İçinde zaman ve mekânı, yaşanan hayatı kapsayan çok boyutlu bir tanım. Patrik Paşalyan ilginç bir insan, “Hiçbir dini, laboratuvara koyup ispatlayamazsınız ama insan kardeşliğini ispatlarsınız. Genetik yapımız aynı hepimiz ‘Homo sapiens’iz” de diyor. Dinsel dogmalarla düşünmeyen, bilimsever bir din adamı. Böyle bir cümleyi Müslüman din adamlarının da kurabilmesini çok isterdim.

Bu satırlarımın Suriyelilerle, onların vatanı ile ilgisi ne diye düşünmeyin sakın, çok ilgili.

***

Yıllardır gazetelerde “93 Harbi”nde (1877-1878) Bulgaristan’dan göçen Osmanlı Müslüman Türklerinin fotoğraflarını görürüz: Kağnılar, arabalar, eşekler, iki büklüm ihtiyarlar, yayan yapıldak çocuklar, kadınlar... Rus ve Bulgar askerlerinin önünde evlerini, yurtlarını bırakmış kaçıyorlar. Aynı şey kaç kez Balkanlar’da, Kafkas’ta oldu. İstanbul’a, Anadolu’ya sığınmak için düşman önünde kaçıyorlardı. Hedefleri anavatanlarına sığınıp kurtulmaktı. Koşullar düzelseydi geldikleri yere geri döneceklerdi.

***

Öğretmen Müdüroğlu Ahmet Bey ile eşi Cemile Hanım ve iki çocukları (biri Ülker İnce) 1941 yılının o korkunç kışında Alman işgalçilerin önünde Dimetoka’dan (Yunanistan) kaçıp bir hayvan vagonu içinde Türkiye’ye sığınmışlardı. Ziynetlerini akrabalarına bırakmışlar, yanlarına sadece fotoğraflarını almışlardı. Zamanın Türkiye hükümeti soydaşların geçmesi için sınırlarını açmamıştı. Sadece özel nedenlerle Yunanitan’da kalmaları sakıncalı olanlara bir kontenjan ayırmıştı. İstanbul, Eskişehir üzerinden Manisa’ya geldiler. Cumhuriyet hükümeti aileye bilmem kaç dönüm bağlı toprak tahsis etti. Ama Müdüroğlu Ahmet Bey bu tahsisi kabul etmedi. “Ben buraya bağ sahibi olmaya gelmedim, savaş bitince geldiğim yere döneceğim” dedi. Ama dönemedi. Devlet memuru yapıldı Aydın’da ve benim kayınpederim oldu. Sevip saygı duyduğum insanlardan biridir.

Özal döneminde Bulgaristan’dan da Türkiye’ye göç olmuştu. Ama iki hükümet arasında yapılan anlaşmaya göre. Gelenler yerleşmek üzere Türkiye’ye, anavatanlarına gelmişlerdi.

***

İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordularının önünde kaçan Fransızlarla, Polonyalılarla ilgili fimlerde görmüşsünüzdür. Kimi el arabası sürer, kimi bisiklete binmiştir, selede bir çanta vardır. Kaçakların elinde bir bavuldan, bir çıkından başka bir şey yoktur. Tek amaçları vardır: Canlarını kurtarmak! Barış olunca memleketlerine geri döneceklerdir. Nitekim böyle olmuştur. Başta yazarlar, aydınlar, sanatçılar olmak üzere yurtdışına kaçanların tamamı memleketlerine geri döndü.

***

Suriye’den, anavatanları olmayan Türkiye’ye 4 milyondan fazla insan göçtü. Bu bir metazori durumdu, emrivakiydi. Gelenlerin siyasal konumları belirsizdi. Varlıkları tam anlamıyla bir tür işgaldi. Şimdi, Başyüce Erdoğan’ın söylediğine göre, İdlib’den kaçan bir milyona yakın insan Türkiye sınırlarına dayanmış. Zaten televizyonda görüyoruz: Kilometrelerce araç kuyruğu yollara düşmüş: Kamyonlar, otobüsler, minibüsler, otomobiller, pikaplar... Bunların tamamı yüklü: İçlerinde, üzerlerinde her türlü ev eşyası... Sanki bir mahalleden ötekine ev taşıyorlar. Bu bir düşmandan kaçış değil, tam anlamıyla yerleşmek üzere bir yere, Türkiye’ye geliyorlar. Yoksa neden buzdolaplarını, televizyonlarını yanlarına alsınlar?

***

Geçmişte olanlarla şimdi olanlar, benzeşseler de aynı şey değildir: Ya biçim ya da içerik değişmiştir. Örneğin, 93 Harbi’nde olanların benzeri Birinci Dünya Savaşı’nda olsaydı, Suriyeliler Fransız ve İngiliz işgalcilerin önünden kitle halinde kaçıp Anadolu’ya sığınsalardı, durum başka olurdu. Siyasal durum değişmiş olduğu için geri dönmeyip Anadolu’da kalabilirlerdi.

Yazılı tarih döneminde ve bildiğim kadarıyla böyle bir şey olmadı. Mümkün olsa (ya da kimileri cesaret edebilse) bütün Suriye nüfusu Türkiye’ye yerleştirilecek. Kimden, hangi düşmandan kaçıyor bu milyonlarca insan? Kendi hükümetlerinden mi? Dünya insanları nice Nemrut, nice ceberut yönetimlerinin zulmü altında yaşadı ama Suriye’de olanlar olmadı. Halk, iyilikle ya da zorla zalimlerin elinden kurtulmayı başardı. Suriye’den kaçıp Taksim Meydanı’nda tatlı yiyenler oldukları yerde kalsalardı, Esad bunları duvarın önünde kurşuna mı dizecekti?

Bu işte bir dalavere var! Bir tuzak!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sorumluluk 16 Nisan 2024
Sanki düşman işgali 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları