Türkiye’de siyasal ve iktisadi istikrarsızlık nedeni olabilecek birçok etmen var. Bunların bir kısmı aktif. Bir kısmı ise potansiyel etmen olarak alesta bekliyor. Aktif etmenlerin arasında en ön sırada Türk çoğunluğun bir türlü kabul etmek istemediği, farklı etnik kimliklerin kâğıt üzerinde değil, gerçekten eşit konumda olduğu bir yurttaşlık tanımı ve bundan türeyen eşit haklar rejimi talebi yer alıyor. Alevilerin büyük bölümünün de benzer bir talebini bu kez Sünni çoğunluk tanımayı reddediyor. Cemevinin camiiden bağımsız ve farklı bir ibadet yeri olarak tanınması talebi, fiilen ayrı bir dini kimlik oluşumuna giden bir yol olabilir. Ama bu talebe karşı çıkmak, bunu yasalarla engellemek laik devletin görevi değildir.
Bu iki büyük toplumsal ve siyasal gerginlik alanına ilaveten Türkiye’de bir yüzyıldan fazla zamandan beri yaşanan bir kültürler savaşı var. Batı toplumu yaşam modelini seçenlerle buna direnenler arasındaki mücadele, dönem dönem farklı siyasi kılıflara bürünerek aralıksız devam ediyor. Bütün bu kültürel çatışma alanları, iktisadi-sosyal mücadelelerin üst belirleyeni konumunu aldığı için, siyasal mücadelelerin görünümü de Batı toplumlarından farklı oluyor. Batı’ya en yakın Doğu toplumu olmasına rağmen, Batı’dan bakıldığında Türkiye’deki siyasal ve toplumsal istikrarsızlığın anlaşılmamasının nedeni bu üst belirleyen konumunda olan kültürel çatışma etmenleri.
Bu istikrarsızlık potansiyeli yüksek ortamda, bir siyasal liderin etrafında toplumun radikal biçimde kutuplaşması, bütün bu çatışma alanlarının aynı zamanda körüklenmesine yol açıyor. Geçmişte birçok siyasetçi bu çatışma alanlarını kullanarak, bunları körükleyerek kendilerine siyasal güç ve destek elde etmeye çalıştı. Bunların içinde en başarılı olanı Tayyip Erdoğan oldu. Bu üç kültürel çatışma alanının üçünde de kendini çoğunluğun doğal temsilcisi konumuna yerleştirerek, bu alanları kendi güç stratejisi için araçlaştırmayı iyi başardı.
7 Haziran seçim sonuçları, bu stratejinin göreli olarak etkisini kaybettiğini, hatta tersi bir etkiyi körüklediğini gösterdi. Bu ters etki, Erdoğan’ın giderek şahsi veya oligarşik görünüm kazanan iktidar stratejisine karşı, kültürel çatışma alanlarını aşan bir tepki yoğunlaşmasına yol açtı. Erdoğan’ın bu çatışma üzerinden güç toplama stratejisine tepki, çoğunluk dengesini değiştirmeye yetecek genişlikte bir kesimde 7 Haziran seçimlerinde oy verirken etkili oldu.
Bugün Erdoğan’ın bu denge değişimini bir varlık-yokluk mücadelesi olarak algıladığını ve var gücüyle eski denkleme dönmenin koşullarını körüklediğini görüyoruz. AKP-CHP koalisyonu bu açıdan Erdoğan için yakın en büyük tehlikeyi oluşturuyor. Erdoğan’ın endişesinin aslen kendine ve çevresine yönelik hesap sorma girişimlerine bu koalisyon hükümeti tarafından yeşil ışık yakılacak olması değildir. Bunun mecrası Meclis olacaktır ve bu konuda HDP’nin evet dediğine hayır deme kararlılığını sürdürdüğü sürece, MHP Erdoğan’ın en büyük güvencesi, sigortasıdır.
Erdoğan’ın endişesi, AKPCHP koalisyonunun yukarıda sayılan ana kültürel çatışma alanlarında sorunları çözmeyecek olsa da çatışma dinamiklerini kısmen yatıştıracak olmasıdır. Türk-Kürt, Sünni-Alevi, yaşam tarzları ve değerler konusundaki kamplaşmanın iktidar tarafından en azından körüklenmesi mümkün olmayacaktır. Ya da çok zorlaşacaktır. Diğer yandan böyle bir koalisyonun bir veya iki yıl devam etmesi, HDP’ye de kendine demokratik muhalefetin temsilcisi konumunu kazanma imkânı sağlayacaktır. Selahattin Demirtaş’ın popülaritesinin güçlenmesinden en büyük rahatsızlığı duyanın, milliyetçi çevrelerin ya da sinik yorumcuların örtülü biçimde iddia ettikleri gibi PKK yöneticileri değil, Tayyip Erdoğan olması anlamlıdır.
Tayyip Erdoğan’ın, güçlü karinelere dayanan yolsuzluk iddialarının kendi yakın çevresine kadar uzanmasının verdiği endişenin de arttırdığı bir iktidar ve güç bağımlılığı içinde bu başat çatışma alanlarını tetiklemekten kaçınmıyor. Koalisyonun ilerlemesinin önündeki yegâne değil ama en etkili takoz aynı zamanda. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, yerel seçimleri kazanmasına rağmen, kendisinin Türkiye’deki en önemli kısa vadeli istikrarsızlık unsuru olduğunu daha önce belirtmiştik. Son iki haftadan beri yaşananlar bunun yanlış bir öngörü olmadığını şimdilik göstermeye devam ediyor.
Erdoğan ve istikrarsızlık stratejisi
Yazarın Son Yazıları
Hınç politikaları ve nihilizm
Bir otokrat prototipi
Kayırma ekonomisinin bedeli
Üzerine suç atmanın dayanılmaz hafifliği
Trump ve yeni otoriterizm
Büyük kriz gözüktü
İş Allah’a kalınca....
Anti-konformist gericilik ve yavaşlayan küreselleşme
Yeni-patrimonyalizm üzerine
Liberalizmden doğan otoriter kapitalizm
Erdoğanizm Türkiyesi
Post-komünist otoriter kapitalizm
Otoriter kapitalizmin geleceği
Kindar nesil böyle yetiştirilir
Durum budur…
Yarın ve ötesi
Paçalardan akan ne?
Kibrin otokrat hali
Siyasette yalan ve yanlış
Tayyip Erdoğan pişman mıdır?
Gazeteci istihbaratçıyla işbirliği yapınca...
Dindaş/ırktaş demokrasisi
Cumhurbaşkanı koruması PÖH’e teslim
Üfürükçü hoca analizleriyle ekonomiyi yönetmek
HDP’nin alacağı oyun önemi
AB Sayıştayı’ndan YİP uyarısı
Enkaza işaret etmek yeterli değil
Diktatörler seçimle gider mi?
HDP kilit parti olabilir
Seçim öncesi 1 Mayıs
Uzatmalı iktidar Ermenistan’da beş gün sürdü
Ahlak düşkünlüğü siyaseti ve huzur ihtiyacı
Başkanlığı bir türlü bırakamayanlar
Trump’ın kuyruğundaki Macron
Fransa’da yeniden laiklik tartışması
Satranççıya karşı tavlacı
Seçimli tek adam olmanın bazı zorlukları
Sessiz devrimden kültürel karşıdevrime
Macron SDG’ye hangi vaatte bulundu?
Irkçılığı besleyen yalan haberler