Erinç Yeldan

Küresel çalışma yaşamının korunması için

06 Mayıs 2020 Çarşamba

Koronavirüsün dünya ekonomisine, özellikle de çalışma yaşamına ilişkin olumsuz etkileri giderek belirginleşiyor. IMF’nin 2020’ye ilişkin öngörüleri dünya ekonomisinin yüzde 3.7 (ABD ve AB’nin yüzde 5; Türkiye’nin yüzde 5.1) daralacağını öne sürerken, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yeni yayımladığı Korona ve Küresel Çalışma Yaşamı başlıklı gözlem raporunda, küresel çalışılan saatler 2020’nin ilk çeyreğinde, 2019’un son çeyreğine görece yüzde 4.5 oranında azalmış durumdadır. 48 saatlik haftalık çalışma esasına göre bu rakam 130 milyon kişilik iş kaybı anlamına gelmektedir.  

ILO, 2020’nin ikinci çeyrek için tahminlerini yeniden revize etmiş ve şu anda sürdürdüğümüz üç aylık dönemde çalışma saati kayıplarının yüzde 10.5’e ulaşacağını ve bunun da 305 milyon tam zamanlı iş kaybı anlamına geleceğini öngörmektedir. Söz konusu rakamların boyutunu daha iyi algılayabilmek için, 2019’da küresel ekonomide mevcut açık işsiz sayısının yaklaşık 190 milyon kişi oluğunu anımsayalım. Dolayısıyla koronavirüs salgını krizinin dünya ortalama açık işsiz sayısını üç misli artıracak (işsizlik oranını yüzde 5’ten, yüzde 15’e fırlatacak) bir yıkım söz konusudur.

Yıkımın bölgesel dağılımı, kuşkusuz, farklılıklar içermekte. ILO (kriz öncesi düzeye kıyasla) ikinci çeyrekteki çalışma süresi kayıplarının (Kuzey ve Güney) Amerika kıtalarında yüzde 12.4; Avrupa ve Orta Asya’da yüzde 11.8; diğer bölgelerde ise en düşüğün yüzde 9.5’e ulaşacağını tahmin ediyor. 

Toplam 3.3 milyarlık küresel işgücü arzı içerisinde krizden en derin etkilenen grup, kuşkusuz, güvencesiz (kayıtdışı) çalışanlar grubu. Bu grupta herhangi bir sosyal sigorta korumasından yararlanmayanlar, ücretsiz aile işçileri ve kendi hesabına çalışan yaklaşık 2 milyar kişi var. Söz konusu 2 milyar kayıtdışı işçinin yaklaşık 1.6 milyarının geçim imkânları büyük zarar görmüş durumda. ILO’nun paylaştığı tahminlere göre, krizin ilk ayında dünya genelinde kayıtdışı işçilerin gelirinde yüzde 60 düzeyinde bir gerileme yaşandı. Bu gerileme bölgesel olarak Afrika’da ve Amerika kıtalarında yüzde 81; Asya-Pasifik’te yüzde 21.6; Avrupa ve Orta Asya’da da yüzde 70 düzeyinde.

Borçlanma, nereye kadar?

Krize karşı hükümetlerin almış olduğu tedbirler çoğunlukla borç yaratıcı biçimde, teşviklendirme, vergi erteleme ve dolaylı gelir desteği olarak uygulanmakta. Merkez bankalarının genişleyici para politikaları ile birleştirilmesine karşın Covid-19 virüsü krizinin ekonomik etkileri geriletilebilmekten henüz çok uzakta gözüküyor. Kaldı ki kriz öncesinin “başka alternatif yok” hezeyanlarıyla geçilen neoliberal küreselleşme furyasında reel üretim şirketleri de artık birer finansal rantiye üssüne dönüşmüş; 2008 krizinden önce 152 trilyon dolar olan küresel borç stoku, on yıl içerisinde 240 trilyon dolara çıkmış ve hükümetlerin ve merkez bankalarının ekonomiye müdahale araçları ellerinden alınmış durumdaydı. Böylesi bir ortamda ekonomiler ulusötesi şirketlerin ve finansal spekülasyonun yönlendirdiği stratejik piyasa oyunlarına terk edilmiş idi.  

Şimdi bu ortamda elimizde sanki (i) daha çok borçlanma ya da (ii) daha çok parasal genişleme ile yaratılacak kaynaklara dayalı gelirler politikası seçenekleri kalmış gibi gözükmektedir. Bunların her ikisi de güvensizlik ve belirsizliğin yükseldiği mevcut ortamda etkinliğini yitirmiş görünümdedir. Bu koşullarda yeni -ve aykırı- tedbirlerin dogmalardan ve piyasaya sadakat kurallarından bağımsız olarak düşünülmesi gerekir.  

Böylesi bir ön yaklaşım, bu pazartesi günü Cumhuriyet ile birlikte Le Monde Diplomatique eki içindeki Laurent Cordonnier imzalı “Borçları Kim Ödeyecek?” başlıklı makalede yer almaktaydı. Lille Üniversitesi Ekonomi Profesörü Cordonnier, “ücretlerin artırılmasına dayalı, talebi genişletici bir gelir politikası” öneriyordu. Hükümetler, sendikalar ve emek örgütleriyle birlikte “ücret kökenli bir gelir desteği stratejisi” krizin deflasyonist etkilerini göğüsleyebilir; ve ucu açık bir enflasyonist parasal genişleme ya da çevrilmesi giderek olanaksızlaşmış borçlanma seçeneklerine karşı daha etkin bir alternatif olabilir.

Kuşkusuz, söz konusu politika önerisinin olmazsa olmaz bir önkoşulu var: Örgütlü, demokratik toplum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları