Erinç Yeldan

19 Kasım öncesi ve sonrasıyla sanayi

25 Kasım 2020 Çarşamba

Türkiye’nin ekonomi gündemi geçen haftayı Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısının faiz kararını tartışarak geçirdi. Geçen hafta (toplantı öncesinde) bu köşede kaleme aldığım yazıda şu değerlendirme yer almıştı: “Eğer yarınki toplantıda kurul, ‘piyasa beklentilerini karşılayacak’ bir faiz artırımı kararı alırsa Merkez Bankası, bir anlamda ‘bağımsızlığını’ ve ‘enflasyonla mücadele kararlılığını’ dosta düşmana göstermiş olacaktır.

Nitekim gerçekten de kurulun kararı bu beklentileri karşılayacak biçimde gerçekleşti; Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 4.75 artış ile yüzde 15’e yükseltildi. Kararın açıklandığı gün ve ertesinde doların fiyatı hızla düştü; sonra dalgalanmaya başladı; bu satırların yazıldığı sırada da tekrar yükselme eğilimi içerisine girmişti...

Görünen o ki “piyasa oyuncuları”, ne Merkez Bankası’nın “yeni” para politika stratejisinin sürdürüleceğine ne de “hukukta, ekonomide, her yerde, her zaman reform” duyurularına güven duymuş; iktisadi kararlarını döviz bazında alma alışkanlığını sürdüreceğini göstermiştir. İktisatta dolarizasyon diye tanımlanan bu tavır, Türkiye ekonomisinin kırılgan ve aşırı risk taşıyan göstergelerine karşı ekonomik birimlerin aldığı kararların bir yansımasıdır.

Gene geçen haftaki yazımızda vurguladığımız üzere, “Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği makroekonomik ve sosyal kriz ne Merkez Bankası’nın teknik para politikası manevralarıyla ne de ekonomi kadrolarındaki bürokratik atamalar ile aşılabilir niteliktedir. Finans piyasalarının gelip geçici dalgalanmalarına dayalı coşku dönemleri Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarına kalıcı bir çözüm sağlamayacaktır”.

Nitekim Arda Tunca da sosyal medyada kişisel blog hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda, “Kur-faiz sarmalından çıkmak istiyor mu Türkiye? Bu anlamsız ve sığ piyasa tartışmalarına son vermek istiyor mu Türkiye? O zaman kuru ve faizi değil, başka şeyleri konuşacak...” başlığı altında tartışmaktaydı. Konuşulacak “başka” şeyleri Arda Tunca detaylı olarak paylaşımına taşımış idi. Ben bu köşenin sınırları içerisinde sadece sanayi sektörünün yapısına değineceğim.

Türk sanayisinin son üç yılına ait temel göstergelerini, TÜİK verilerinden aşağıda özetlemekteyim. Tablo, karşılaştırmayı anlamlı kılmak için 2020’nin eylül ayı verilerini diğer yıllarla sunuyor. Temel gözlemler:

Son üç yılda sanayi üretim ve ihracatı özet olarak yerinde saymıştır. Sanayi üretiminde bu yılın eylül ayındaki görece artış, sürdürülebilir bir büyüme hamlesinden ziyade, pandemi koşullarında önce kısıtlanan, sonra birdenbire açılan ulusal ekonominin iniş çıkışlı dalgalanmalarına ve birim ücret maliyetlerindeki çöküşe bağlanmalıdır.

Birim ücret maliyetleri, sanayi ücretlerini üretkenlik kazanımlarıyla ağırlıklandırarak hesaplanır. Sanayide bu rakam 2017 Eylülü’nden bu yana Türk Lirası ile hesaplandığında yüzde 5.3, son on iki ay içerisinde ise yüzde 9.6 gerilemiştir.

Aynı hesaplamayı “yurtdışı” açısından dolar bazında yaparsak birim ücret maliyetlerinin son yılda yüzde 20.1, 2017’den bu yana ise yüzde 29.7 gerilemiş olduğu görülmektedir.

Ücret maliyetlerinde yaşanan bütün bu “rekabetçi avantajlara” karşın sanayi ihracatı (eylül ayları itibarıyla) neredeyse yerinde saymıştır.

Üç sene içerisinde birim ücretlerini üçte bir oranında geriletmiş bulunan bir ekonomide yaşananlar, doğrudan doğruya ithalat bağımlısı, taşeronlaştırılmış sanayileşme ve bunun yarattığı gelir dağılımındaki tahribatın yansımalarını sergilemektedir. Bu tahribatın kalkınma yazınındaki tanımı da yoksullaştırıcı büyüme olarak bilinmektedir.

Yoksullaştırıcı büyüme tuzağından çıkmak ise kuşkusuz, Merkez Bankası’nın faiz kararının borsalar ve döviz piyasalarındaki uzantılarından çok farklı sorunları ele almayı gerektirmekte.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları