Aslı Aydıntaşbaş

İran’la dostluk iyi, nedeni yanlış

05 Ekim 2017 Perşembe

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın bu haftaki İran gezisinin hemen ardından dün de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Tahran’daydı. Bunlar önemli. Her ne kadar iki ülke arasında ara sıra üst düzey resmi gezi
olsa da, İran devriminden bu yana Türkiye ve İran arasında kurumsal bir yakınlaşma olmamıştı. 80 ve 90’lı yıllarda birbirine taban tabana zıt bu iki rejim arasında karşılıklı nefrete varan söylemler, son 10 yılda daha serinkanlı bir komşuluk ilişkisine dönüştü.
Ancak kurumsal düzeyde, hele de askeri anlamda, iki devlet hep birbirine uzak durmuştu. Bu durum belli ki değişiyor.
Ankara’nın İran’la yakınlaşmak istemesinin sebeplerine hızlıca bir göz atalım... Bu ülkeyle 400 yıldır değişmeyen bir sınırımız var. İki devlet de bölgenin ‘kadim’ devletlerinden. İran, Türkiye açısından potansiyelini dolduramayan ancak önemli bir ticari ortak. Bağdat’taki rejim üzerinde muazzam etkisi var. İran’ın Batı’yla imzaladığı nükleer anlaşmanın korunması lazım. Suriye’yi istikrara kavuşturmanın yolu, İran’ı ikna etmekten geçiyor vs.
Ancak Tahran’la mevcut yakınlaşmanın altında yatan gerçek sebep, yukarıda saydıklarımın hiçbiri değil.
Malum, Tahran ve Ankara’yı yakınlaştıran, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geçen haftaki referandumu. İki ülke, ortak strateji belirleyerek KBY’yi sıkıştırmak, haddini bildirmek, en iyi ihtimalle referandum kararından geri çevirmek istiyor.
Bana göre İran’la yakınlaşmak için yanlış motivasyon. Türkiye’nin İran’la iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeye, bu ülkenin dünyaya açılmasına aracı olmaya varım. Ancak İran’la “Kürt karşıtlığı” üzerinden yakınlaşmayı anlamlı ve mantıklı bulmuyorum. Hele de ciddi bir Kürt nüfusu olan Türkiye açısından...
Ayrıca bu yakınlaşmanın “kalıcı” olacağını da sanmıyorum.
Gelin, 6 ay sonra yeniden bakalım duruma. Ama geçmişe göz atınca, Türkiye ve İran arasındaki ilişkinin daha düne kadar ne kadar iniş-çıkışlı olduğunu görüyoruz.
Çok değil daha 4-5 yıl önce, PKK ile çözüm süreci varken, Türk yetkililer İran’ın bu süreci “sabote etmeye çalıştığından” şikâyet ediyordu. Daha yakın zamanda İran, Esad rejimini korumak için Suriye savaşına daldığında, Ankara kendini İran-Esad ikilisine karşı Sünni blokun ana aktörü olarak konumlandırdı.
Daha da yakına, bu yıla gelelim... Donald Trump iktidara ilk geldiğinde, İran karşıtı bir politika izlemeye kararlıydı. Ankara (bana göre yanlış bir politika ve söylemle) yeni gelen Trump yönetimiyle yakın bir ilişki kurmak için İran karşıtı bir dil ve üslup kullanmaya başladı. 2017 başlarında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahreyn gezisindeyken “Birileri hem Suriye’nin hem Irak’ın bölünmesini istiyor. Irak’ın bölünmesi çalışmasını yapanlar var. Oradaki mezhebi, etnik mücadele, çünkü orada da bir Pers milliyetçiliği olayı var. Bu Pers milliyetçiliği olayıyla da orada bir bölünme söz konusu. Bunların önünü kesmemiz gerekiyor” dedi. İran sert tepki verdi. Birkaç ay sonra NTV-Star TV canlı yayınında İran’ı eleştirerek, “Irak’ta mezhebe dayalı olarak Pers milliyetçiliği temelinde yayılmacılık söz konusu” dedi.
Hatırlıyorum o aralar hem Erdoğan hem de Genelkurmay Başkanı üst üste Suudi Arabistan’a gitmişlerdi. Sünni ordusu gibi bir girişim konuşuluyordu.
Neyse ki Trump ve Suudi Arabistan’la oyun kurarak İran karşıtı bir koalisyonun öncü gücü olmak fikri, kısa ömürlü oldu. Türkiye bu maceradan vazgeçti.
Şimdi yapılan, yani Barzani karşıtı İran’la blok yaratmak fikri de bana Sünni ordusu düşüncesi kadar fevri geliyor.
Diyeceğim, bu kadar hızlı hareket etmemek, sürekli fikir değiştirmemek lazım. İran’la yakınlaşma evet, ancak Kürt karşıtı üzerinden dostluğa hayır.
Bizim gerçek yerimiz, İran ya da Suudi bloku değil, demokratik ülkeler birliğidir. Kürt meselesini yumuşak karın olmaktan çıkaralım ve ‘birinci lige’ geri dönelim derim...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları