San Francisco manifestosu, Demiral olayı ve Olimpiyatlar

San Francisco manifestosu, Demiral olayı ve Olimpiyatlar

11.07.2024 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Dünya, birçok anlama gelen Batı ve Doğu olarak adlandırılan bir ayrım hattı içerir, hayali bir hat… Takdir edersiniz ki, bu kısa makalede dünya tarihini ve bu ayrımın sürecini ele almam sağlıklı olmaz ama özetle batı, Doğu’yu ve Güney’i sömürmek üzere örgütlenmiştir. Kolonyal tavrıyla yüzyıllar boyunca Güney ve Doğu’daki ülkelerin iliğini emmiş, kendi zenginliklerini ve güçlerini ilerletmişlerdir.

“ORYANTALİZM” VE BATININ EGEMENLİK SAPLANTILARI

Filistin asıllı Amerikan filozof Edward Said, 1978’de yayınlanan ünlü kitabı Oryantalizm’de dünyadaki tarihsel ve sosyal akışa yön verecek ve özellikle Orta Doğu araştırmalarında bir devrim niteliğinde yeni bakış açıları getirecek fikirlerini gündemin orta yerine bırakmıştır.

Okumanızı tavsiye ettiğim bu kitaptan sadece birkaç paragraf kullanacağım:

“(…) Düşünceleri, kültürü ve tarihi anlayabilmek, derinlemesine inceleyebilmek için önce onların etki güçlerinin, daha doğrusu güç biçimlerinin incelenmesi gereklidir. Doğunun yoktan var edildiğine (ya da benim deyimimle Doğululaştığına) ve bazı şeylerin salt düşgücünün dayatmasıyla ortaya çıktığına inanmak ikiyüzlülüktür, samimiyetsizliktir. Batıyla Doğu arasındaki ilişki bir güç, bir egemenlik, karmaşık bir hegemonya ilişkisidir. Ve K.M. Panikkar’ın, Asya ve Batı üstünlüğü konulu, klasik eserinde son derece isabetli bir dille belirtilmiştir. 

(…) Oryantalizmin (Doğuya özgü yaşamı, kültürü ve tarihi araştırma eylemi, Doğuculuk) stratejisi bu esnek, konumsal üstünlüğü dayanmakta; buysa Batılıya elindeki görece üstün kartları Doğuluya kaptırmaksızın, onunla sayısız ilişki biçimine grime olanağı sağlıyor.

(…) Oryantalizmin ortaya attığı politik sorular şunlar: Oryantalistlere (Doğu uzmanları,araştırmacıları) özgü bu sömürgeci geleneğe oluşturmak için başka ne tür entelektüel, estetik, bilimsel ve kültürel enerjiler kullanıldı? Filoloji, sözlük yazımı, tarih, biyoloji, siyasal ve ekonomik kavramlar, edebiyat, sömürgeci bakış açısının hizmetine nasıl girdi?

(…) Umudum, kültürel egemenliğin korkunç yapısını tanımlamak, özellikle eskiden sömürge olan toplumlara bu yapıyı benimsemenin ya da başkalarına dayatmanın tehlikelerini, baştan çıkarıcılığını göstermek.

(…) Böyle bir incelemeyi mümkün kılan tarihsel koşullar oldukça karmaşık; onları burada yalnızca başlıklar halinde sıralayabilirim. 1950’lerden beri Batı’da, özellikle ABD’de yaşayanlar, Doğu ve Batı arasındaki ilişkilerde olağandışı, çalkantılı bir döneme tanık oldular. Bildiğimiz Doğu’nun yanı sıra Rusya’yı da içine alan bu Doğu kavramı tehlikeyi ve tehdidi simgeliyordu.”

Bana dönersek, tam 40 yıl önce, Amerika’da, Kaliforniya’da yaşayan bir genç sanatçıydım. Bu aktardığım hikayenin detaylarını, yayınlanmış 32 kitabımın ikincisi olan “Maymunların Resim Yapma Hakkı”nda da veya otobiyografimin ikinci cildi “Sonsuz Okyanus”ta bulabilirsiniz. Ama ben yine de burada çok kısa olarak özetleyeceğim.

San Francisco Modern Sanat Müzesi (SFMoMA) 1984 yılında dönemin önemli akımı Yeni Dışavurumculuk üzerine uluslararası bir sergi açıyordu. Bu sergide benim de yer almam gerektiğini düşünen üniversitenin yetkilileri beni müzenin bir asistan küratörü ile tanıştırdılar. Küratörün gelip eserlerimi görmesi lazımdı. Müze ile yazıştık ve asistan küratör bana bir yazı gönderdi: “Müze müdürü ve küratörümüz Henry Hopkins’in sizin işlerinizi görmeye vakti yok. Ancak San Francisco Bölgesi’nde oturan başka Orta Doğulu Yeni Dışavurumcu ressamlar tanıyorsanız, belki onlarla bir başka küçük sergi alanında bu başlıkla bir sergi açmayı deneyebilirsiniz”. Yani özetle adamın dediği şu oluyordu: “Müze müdürümüzün sizden eserlerinizin görsellerini bile istemeye niyeti yok. Sizleri ayrı bir ırk ve ayrı bir insan grubu olarak gördüğümüz için kendi aranızda toplanıp belki bir küçük sergi ile avunabilirsiniz. Teşekkürler, hayırlı işler.” Irkçılık bazen açık yapılır, bazen de böyle satır aralarında “efendice” gerçekleşir…

Serginin açılmasına daha on veya on bir ay vardı. Kararımı aldım, bir manifesto yazıp serginin açılışını basacaktım. Tek bir tereddüt taşımadan yalnız eylemimi iyi organize ederek aynen planladığım gibi müzede serginin açılış gününü ve ertesi gün yapılan uluslararası sempozyumu hazırladığım kısa ve vurucu manifestoyla “bastım”. “Hayat, hesaplı risktir” derdi sevgili babam. O gün Amerika’dan sınır dışı edilmek dahil her riski göze almıştım çünkü haklı olduğumu ve bana sunulabilecek her ukalalığa karşı kesin bir yanıtım olduğunu çok iyi biliyordum; hiçbir tartışmadan korkum yoktu. Cebimde belki yalnız 20 dolar vardı ama o gün oraya benimle beraber gelen bazı genç Amerikan sanat öğrencisi yakın arkadaşlarımın dağıtımına yardım ettiği manifestomun tarihe kalacağını biliyordum. Çünkü ömrümde, daha sorumsuzca yazılmış bir ırkçı mektup ne görmüş ne duymuştum. Ama dediğim gibi, kendimden çok emindim ve o gün orada çektiğimiz fotoğrafların, dağıttığımız metnin, yapılan eylemin değerinin farkındaydım. O gün, o coğrafyada Batı’nın iki yüzlülüğü, ırkçılığı, antidemokratikliği ve sahte tarih üretimi kayda geçmeliydi. Sempozyumda bulunan çeşitli dünyaca ünlü sanat tarihçileri daha sonra bana hak veren yazıları dergilerde ve kitaplarda kaleme aldılar.

İNGİLTERE’DE 32 YIL SONRA YAYINLANAN KİTAP

2016 yılında, ünlü yayınevi Penguin Books Londra’da “Biz Neden Sanatçıyız?” (Why Are We 'Artists'?) başlıklı bir kitap yayınladı. İçinde sanat tarihinin en önemli 100 manifestosu vardı. Bunlardan biri de, benim o gün dağıttığım “San Francisco Manifestosu” idi. Ayrıca ne mutlu bize ki, Türkiye’den bir de 1933’ten “d Grubu Manifestosu” vardı. Bu kitabın çıkmasından tabii ki çok mutlu oldum, yüzlerce gazete ve dergi bu eylemden söz etmişti ama bu kadar önemli ve kalıcı bir kitapta yer alması ayrı bir keyifti. Ama şaşırdım mı? Hayır! Dediğim gibi en büyük riskleri alırken 27 yaşında da yazdıklarımın doğruluğundan emindim. Batı kendi çıkarları için tarihi saptırmaya, tarih üretimini yalnız 4-5 Batı ülkesi etrafında limitli olarak yapmaya, Güney ve Doğu pasaportlarına sahip insanları böyle bir üst düzey entellektüel buluşmada yok saymaya, fazlasıyla hazırdı. Şanssızlıkları şuydu ki bütün bu önyargı dolu iki yüzlülükleri, ırkçılıkları orada yüzlerine vurulmuş, kayda geçmişti.

BATI’NIN KANIKSANAN İKİYÜZLÜLÜKLERİNDEN BASİT ÖRNEKLER 

Saymaya kalksak bırakın bir makalenin bir paragrafını tabii ki ayrı kitaplar yazmamız lazım. Ben burada birkaç hatırlatma ile yetineceğim. Mesela “Ermeni soykırımı iddiaları” ortaya atıldığında Türkiye’nin savlarını hiç dinlemeden, yargısız infazla, tamamen antidemokratik şekilde Türkiye’yi mahkum edip (!) aleyhine kararlar çıkarıp anıt-heykeller dikmek, mesela Kıbrıs’ta 1974’de Nikos Simpson’un yaptığı darbeyi olmamış sayarak sanki Türkiye durup dururken bir gün adanın yarısını işgal etmiş gibi uluslararası diplomaside yüz kızartıcı tavırlara girmek, mesela 2003’de sözde kitle imha silahları bulmak için Irak’a girmek ve aradan geçen sekiz yıl ardından hiçbir kitle imha silahı ipucu bile bulamadan ama 1.500.000 kişiyi katletmiş olarak muzaffer bir şekilde (!) ABD’ye dönmek ve arkasından kuru bir özür bile dilememek, Batı adaletinin ve “demokratik” bakış açısının vazgeçilmez kolaycılığıydı. Mesela Ukrayna’ya karşı yapılan her saldırıyı görüp kınamak ve dünyaya duyurmak, yer bu sefer Gazze ve saldıran İsrail olduğu zaman büyük bir sessizliğe ve körlüğe bürünmek, terör örgütleriyle savaşmak ile halka bomba yağdırmak arasındaki ayrımı da görememek demekti. Sonuçta karşınızda anlı ve şanlı büyük Batı vardı ve onların her durumu kendilerine uygun şekilde hak ve hukuk kavramlarına adapte edebilecek akıl almaz ustalıkta devlet adamları, medyaları ve hatta filozofları vardı!

MERİH DEMİRAL OLAYI’NI ŞİMDİ DAHA İYİ ALGILADINIZ MI?

Batı’nın sanat tarihini kapalı kapılar ardında yalnız dört-beş büyük zengin Batı ülkesini ilgilendiren şekilde yazıyor olmasını eleştirdiğim birçok makale ve konuşmamda, dünyada sporda bunun yapılamadığını, uluslararası organizasyonlara her ülkenin katılmaya hakkı olduğunu ve ortamın çok daha dürüstçe ve eşitlikçi bir şekilde geliştiğini anlattığıma rastlamış olabilirsiniz.  

Sonuçta bugünlerde de açılan müze sergilerinde neredeyse hep aynı Amerikan, Fransız, Alman, İtalyan sanatçılara rastladığınızı fark edebilirsiniz. Büyük müzelerde açılan retrospektif dev sergiler dünyadaki hakkaniyete göre seçilmezler; kapalı kapılar ardında o büyük ülkelerin ticari galerilerinin de baskısıyla kültür bakanlıklarının prestij savaşları gerekleri doğrultusunda alınan kararlardır bunlar. Ama futbolda, voleybolda, atletizmde, gülle atmada, basketbolda, teniste ülkeler eşit haklarla katıldıkları elemelerle önemli uluslararası organizasyonları ya kazanırlar ya kaybederler; ama her şey hak ve hukuka uygun gelişir… zannederdik değil mi? Her zaman değil! 

Fazla uzağa gitmeye gerek yok, geçen hafta Hollanda’ya 2-1 yenildiğimiz maçta bildiğiniz gibi Merih Demiral yer alamadı. Oynasaydı ne olurdu bilinmez ama bana sorarsanız Hollanda kazanamazdı. Neden oynamadı Merih Demiral? Çünkü kazandığımız Avusturya maçından sonra sahada yapılan sevinç gösterilerinde kurt işareti yapmıştı! UEFA, hemen bunu fırsat belleyerek soruşturma açmış ve alelacele bir şekilde toplanan UEFA Disiplin Kurulu, Merih Demiral’a iki maç ceza verdi.

Evet, önce Türkiye’de gerçekten halkın büyük çoğunluğu Merih Demiral’a kızdı. Çünkü böyle bir siyasi simgeyi maçtan sonra uluorta kullanarak milyonlarca insanın sevincine limon sıkmak anlamsız bir tavırdı. Spor sahası, hiç kimsenin siyasi alanı değildi. Buna biz kızabilirdik, en ağır şekilde eleştirebilirdik, gereksiz bir patavatsızlık diyebilirdik. Ama… UEFA kalkıp bu fırsatın üstüne balıklama atlayarak buradan Türk takımına zarar vermek ve bir maç önce yıldızlaşmış oyuncusunu sabote etmek için hemen devreye girmişti! 

UEFA’nın yaptığının adı yine ırkçılıktı. Maç sonrası ile ilgili haberleri izlerken veya UEFA cezasını okurken siz de bu ırkçılığı gördünüz ve tepki verdiniz eminim. Peki bu makalede okuduklarınızı alt alta koyduğunuzda ve Merih’e verilen cezaya baktığınızda yine çok şaşırıyor musunuz yoksa Batı’nın kendisine yakışan kendisinden beklenen o sünepe davranışı yine yüzü kızarmadan yapmasının aslında çok normal olduğunu görebiliyor musunuz?

Aynı UEFA, Slovakya maçından sonra cinsel organını ısrarla seyircilere tepki olarak elleyen Jude Bellingham’e basit para cezaları vererek onu aklarken, maçlardan önce veya sonra dua eden veya istavroz çıkaran, dini görüntüler sergileyen oyuncuları görmezden gelirken, Merih Demiral tabii ki büyük bir ceza alarak turnuva dışında kalmalıydı! Çünkü o kara kafalı ve Batı medeniyetlerinin dinlerinden birinden gelmeyen bir meczup statüsündeydi onların gözünde! Biraz daha gülmeye hazır mısınız? UEFA Disiplin Kurulu’nun iki başkan yardımcısından biri kuyruk acısı taşıyan yendiğimiz Avusturya’nın temsilcisi, bir diğeri de ertesi gün oynayacağımız Hollanda’nın temsilcisiydi! 

Sonuçta müdafaamız Demiral yokken bunun bedelini ödedi. Yenilen her iki golde de onun yokluğunu hissettik. Hocamız ise ikinci arada Hollanda hücumları akın akın üzerimize gelirken adeta boks deyimiyle “grogi” oldu ve herhalde oyuncu değiştirme hakkı olduğunu unuttu, başka türlü izah edemiyorum bu pasifliği! Böyle aciz bir kararı hiçbir hoca bilinçli almış olamaz! Kısmet, hayatta her şey olabilir, bu da bizim başımıza geldi! Maçtan sonra ağlayan futbolcularımıza, taraftarlarımıza, televizyon karşısında depresyona giren milyonlara üzülüyorum. Gerçekten 1-0 galipken ikinci yarının başlarında iki veya üç oyuncu değişikliğine gidip taze kan ve nefes ile maça devam etsek, üç gün sonra İspanya’ya karşı finalde olmamız işten bile değildi! Hatta bana sorsanız ülkemizdeki başarı ve şampiyonluk açlığıyla şampiyon bile olurduk! Ama tabii bunu söylemem çok kolay çünkü nasıl olsa bu iddiam kanıtlanamayacak. (Tabii bir nokta daha var: 2-1 kaybettiğimiz Hollanda maçında, bilmem fark ettiniz mi, Mert Müldür’ün baldırına doğrudan basan Hollandalıya kırmızı kart verilmedi, ve yine Hollanda’nın ikinci golünden önce Mert Müldür‘e doğrudan faul yapan Hollandalı‘nın bu ağır müdahalesi görmezden gelindi! Artık detaylara girmiyorum nasıl olsa işin iç yüzünü deşifre ettik! Yani ben size şampiyon olurduk desem bile, siz belki yine de bu gerçekler ışığında bana bana inanmamalısınız!)

Evet, Milli Takım’ımızın geleceği gerçekten parlak olabilir. Ama kesinlikle ağız birliği etmişçesine spor yazarlarının çoğunluğunun dediği gibi 2032 yılı değil, 2026 ve 2028 yılına odaklanmamız lazım! Çünkü meşhur laflarımız var: Sekiz yıla kim öle kim kala! Aynı futbolcuların ve takım iskeletinin sekiz yıl sonra sahada olacağını beklemek için çok saf olmak lazım. 

Bu arada turnuanın en verimli ismi seçilen ve büyük bir uluslararası yıldız haline gelen Ferdi Kadıoğlu’nun Türk Milli Takımı’nı seçmesinde çorbada tuzum olduğu için çok mutluyum. Ferdi bana ayrıca o günün hatırası olarak imzalı kramponlarını hediye etmişti. 

OLİMPİYATLAR…

Temeli milattan önce sekizinci yüzyılda Olympia’da gerçekleştiren olimpiyat oyunlarının modern çağda tekrar devreye girmesi 1896’da yaşandı. 1896 yılında bu başlangıcı Baron Pierre de Coubertin gerçekleştirdi. Onun da tarihe kalan en önemli cümlesi şuydu: “Olimpiyatlar’da mühim olan kazanmak değil, yarışlara katılmaktır, hayatta da mühim olan kazanmak değil dürüstçe mücadele etmektir; iyi savaşmak, zafer elde etmekten daha mühimdir.”    

Bu yazıyı özellikle olimpiyatların başlamasına az bir süre kala neden yazdım, neden Merih Demiral olayı ile bütünleştirdim, neden San Francisco Manifestosu’nu 40 yıl sonra tekrar gündeme getirdim, eminim parçaları birleştirip bunu çok iyi gördünüz. Maalesef sözde en ileri, en medeni, en saygın, en akıllı, en okumuş, en görgülü kesim olması gereken Batı’nın esasında nasıl insan öğütücü bir canavara dönüşebildiğini, hukuk ve demokrasiyi çıkarları için gözü kapalı katledebildiğini, elinden geldiği gücünün yettiği yerde tarihi kafasına göre yazdığını size hatırlatmak istedim. Hem sanat tarihinde neden bu kadar Batılı sanatçı yoğunluğu gördüğünüzü anlamanız için hem de ellerinden geldiği yerde hala hakemli, dakikalı, kaideli yapılan spor temaslarında bile bu ırkçılıkları yapmak için maalesef çifte standart kullanarak her an operasyona hazır olduklarını tekrar hatırlatmak istedim.

İtiraf edeyim, Olimpiyatlar’da gerçekten bu ırkçılıkların, bu önyargıların, bu fırsatçılıkların çok daha az rastlanır hale geleceğini, ırkçılığın bu evrensel kardeşlik buluşmasında yok olup gideceğini yine inanıyorum, inanmak istiyorum. Batı ister ağlasın ister zırlasın, mesela Afrikalı sporcu gelip koşuyu üç saniye ya da 20 saniye önce tamamladığında yapabilecek pek bir şeyleri kalmıyor! Olimpiyatlar, ırkçılığın doğal akışta en çok kaybolduğu ortamı yaratabiliyor… Bu büyük buluşmayı lütfen en az Avrupa Futbol Şampiyonası kadar izleyin, dünyanın her yerinden gelmiş her farklı sporu yapan binlerce kadın ve erkeğin dürüstçe yarıştıkları bir müthiş ortamda yaşanacak rekabet ve keyif dolu anlar sizi şimdiden heyecanlandırsın. Ülke olarak alacağımız madalyalarla kendi kulübümüzün sporcularının başarılarıyla, bayrağımızın her fırsatta dalgalanmasıyla tabii ki mutlu olalım ama unutmayalım, mühim olan katılmış olmak ve dürüstçe mücadele etmek! Bu sporda da siyasette de sanatta da böyle. “Tek dişi kalmış canavar” Batı’nın, kravatlı, güler yüzlü, medeni, okumuş yüzünün altındaki gizli ajanda sizin etik değerlerinizi ve moralinizi bozmasın… Ne zaman bilinçaltlarına yerleşmiş olan bu ağır ırkçılık kalıntılarından kurtulurlar, bilmiyorum… Belki yakında kendi topraklarında küçük bir azınlık haline düştükleri zaman bu yaşanır… Kim bilir? Yaşayan görür!

Yazarın Son Yazıları

Twitter’ın utanmaz zorbaları ve Manifest!

Merak ediyorum, özellikle Twitter’da cirit atan bu siber zorbaları kimler yetiştirdi?

Devamını Oku
18.12.2025
Hangi hatalar zinciri bu uçurumu hazırladı?

İnsanlarımız şaşkın.

Devamını Oku
11.12.2025
CHP kurultayı: Kazananlar ve kaybedenler

1970’lerde, İstanbul’da Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü’nde eski şampiyonlarımızdan Fehmi Kızıl vardı.

Devamını Oku
04.12.2025
CHP kurultayı demokrasiyi aydınlatacak!

CHP kurultayı, bu hafta sonu her zamanki gibi büyük bir medya ilgisi altında yaşanacak.

Devamını Oku
27.11.2025
Mustafa Kemal’i hazmedemeyen solcular!

İddianame açıklaması yüzünden geçen hafta yazamadığım konuya hemen giriyorum.

Devamını Oku
20.11.2025
İddianame ve kritik yönlendirme

Pek de sürpriz olmadı.

Devamını Oku
13.11.2025
Sahte dünyalar kuşatması

Paranın sahtesi vardır, kalpazanlar basar.

Devamını Oku
06.11.2025
Cumhuriyet, iki kahraman ve yarınlar

Dün Cumhuriyet Bayramımızı kutladık.

Devamını Oku
30.10.2025
CHP davasına dikkat!

Siyaset, insanların daha iyi yaşaması için yapılır, dünyanın neresinde olursa olsun.

Devamını Oku
23.10.2025
Yok olan Nobeller ve edepler

Trump bozulmuş, “Nasıl olur da Nobel Barış Ödülü bana verilmez?!” “Ben yedi savaş durdurdum, gidip hiçbir şeyi yapamamış birine verecekler o ödülü” deyip duruyordu.

Devamını Oku
16.10.2025
Özel-Bahçeli düellosu, cevapsız sorular

Sinan Ateş cinayetinin dumanı tütmeye devam ederken bu cinayetin bir numaralı sanığı 90’lı yılları anımsatan bir şekilde güpegündüz öldürüldü.

Devamını Oku
09.10.2025
‘Bombalı Nobel’ ve barış!

Bugünlerde, Trump ve Netanyahu’nun anlaşarak Ortadoğu’ya ve Filistin’e dayattıkları yeni düzenin ve “sözde” barışın hangi hızda yaşama geçip geçemeyeceğini öğreneceğiz, tabii yeni sürprizlerle karşılaşmazsak...

Devamını Oku
02.10.2025
Fenerbahçe, Türkiye ve demokrasi dersi!

Fenerbahçe Spor Kulübü’nde nöbet değişimi oldu.

Devamını Oku
25.09.2025
Misyonlarını tamamlayamayan kayyumlar!

Daha iki yıl önce kazanması için elimizden geleni yaptığımız, uğruna 24 saat koşturduğumuz Kılıçdaroğlu’nun, o gece kendisine umut bağlayan milyonların neredeyse tamamını karşısına alacak pasif duruşu ve agresif sessizliğiyle, Vito’larına binip kaybolmasına şahit olmak bize nasipmiş...

Devamını Oku
18.09.2025
Demokrasimizin açık yarası ve vazgeçilmez ikazlar

Türkiye, darbe günlerinde gördüğü sahneleri yaşadı.

Devamını Oku
11.09.2025
Kayyuma karşı halk, partisiyle direniyor!

Bunu da gördük.

Devamını Oku
04.09.2025
Anne Frank bana Gazze hakkında mektup yollamış…

Dün aldığım bu mektubu sizlerle paylaşmak istedim.

Devamını Oku
28.08.2025
Cerahatin içinde yüzüyoruz...

Haftada bir köşe yazısı kaleme alarak gündemi yakalamak için, şapkadan üç değil, beş tavşan çıkarmanız lazım!

Devamını Oku
21.08.2025
Diyanet İşleri Başkanı’na açık mektup

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş...

Devamını Oku
14.08.2025
Komisyon başladı: Ufukta neler olabilir?

Cumhuriyet Halk Partisi, tabanından ve partinin ileri gelenlerinden yapılan bütün uyarılara rağmen komisyona katıldı.

Devamını Oku
07.08.2025
CHP komisyona katılmamalıdır, tersine...

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve MYK’sının bu ikazları dikkatle değerlendirmeye alacaklarına inanıyorum.

Devamını Oku
31.07.2025
Bir "Altan Bey" geçti bu topraklardan

Yıl 1955, genç gazeteci Altan Öymen ve iki polis Ankara kışının ortasında…

Devamını Oku
24.07.2025
15 Temmuz’dan terörsüz Türkiye’ye...

Gündem aşırı yoğun. Ekrem İmamoğlu’na açılan en akıl almaz davalardan biri dün karara bağlandı.

Devamını Oku
17.07.2025
Satranç oynarken şahınızı veremezsiniz!

Gündem belli: AKP’nin “muhalefetsiz demokrasi modeli” için yaptığı çalışmalar...

Devamını Oku
10.07.2025
Sivas'tan bugüne... Karanlıklar ve tehditler devam ederken

Dün, 2 Temmuz’du… 32 yıl önce yobazların 35 aydınımızı yakarak katletmesinin yıldönümü...

Devamını Oku
03.07.2025
‘Mutlak butlan’a karşı CHP kararlılığı!

Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu sayesinde CHP’nin birinci parti konumuna yükseldiğini gören AKP, ne yapıp edip bu iki lideri durdurmak için her şeyi yaptı ve yapmaya da devam ediyor.

Devamını Oku
26.06.2025
Cahil ve faşist liderlerin savaşı

Aslında bu köşe yazısını kaleme almanın hiçbir anlamının olmayacağı 36 saatlik süreç yaşıyoruz...

Devamını Oku
19.06.2025
Özgür Özel’in samimi gözyaşları

Her ölüm dayanılmaz bir acıdır. Şayet o ölüm, kalp krizi, trafik kazası, elektrik çarpması, cinayet veya intiharla gelmiş ise insan nefes alamaz hale gelir.

Devamını Oku
12.06.2025
Hiçbir şey, göründüğü gibi değildir

Yaşam akıp giderken, siyasi olaylara karşı yorumlar -tahminlerim bazen çok emin görünseler de- altüst olabiliyor.

Devamını Oku
05.06.2025
Çağdaş Türkiye mutlulukları ve üzüntüleri

Hayat, iyi ve kötü olaylar arasında oluşan düğümler şeklinde akan öznel bir film gibi. Seviniyoruz, üzülüyoruz, kahroluyoruz, âşık oluyoruz, şaşırıyoruz, kâh siyasetçilere kâh en yakınlarımıza kâh tuttuğumuz takıma kızıyoruz.

Devamını Oku
29.05.2025
Hayatınızda kaç tıkanıklık var?

Bazen içiniz tıkanır ya, nefes alamaz gibi olursunuz. Uyumak istersiniz ama uyuyamazsınız. İçiniz isyanlardadır, konuşacak kimseniz yoktur. Bütün bunları yaşarken bir de kapana kısılmış fare gibi trafikte kalmışsınızdır mesela!

Devamını Oku
22.05.2025
Yoksa bu bir savaş bildirisi mi?

Hayatı terör yüzünden kararmış aileler için acaba 12 Mayıs 2025 itibarıyla acılar son bulacak mı, yoksa bu tarih iç ve dış siyasetimizi daha da büyük kargaşaya taşıyacak kritik bir eşik mi olacak?

Devamını Oku
15.05.2025
Sokaktaki kediden lidere kadar her yer şiddet!

Sokaktaki kediden lidere kadar her yer şiddet!

Devamını Oku
08.05.2025
Dünyanın sahte demokrasi parodileri (Trump ve ötesi)

Dünyanın sahte demokrasi parodileri (Trump ve ötesi)

Devamını Oku
01.05.2025
Subianto-Nutuk-Abdullah amcamız!

Subianto-Nutuk-Abdullah amcamız!

Devamını Oku
24.04.2025
Erdoğan’ın, yenilmez bir İmamoğlu’na katkıları

Erdoğan’ın, yenilmez bir İmamoğlu’na katkıları

Devamını Oku
17.04.2025
‘Parti devleti’ ve öncü muhalefet

‘Parti devleti’ ve öncü muhalefet

Devamını Oku
10.04.2025
Gezi ve Saraçhane farkı!

Gezi ve Saraçhane farkı!

Devamını Oku
03.04.2025
Çok 'özel' bir lider, Özgür Özel

Çok "özel" bir lider, Özgür Özel

Devamını Oku
27.03.2025
İmamoğlu ve demokrasi halka emanet

İmamoğlu ve demokrasi halka emanet

Devamını Oku
20.03.2025