Kimi şarkılar vardır, başlangıç ezgisi bile bütün bir hayatı anlatır sana. Önceki gece Atina’da Akropolis’in eteklerinde Zülfü Livaneli ve Maria Farandouri konseri ülkelerimizde yıllardır güzel bir gelecek için düşleriyle gökyüzünü özgür kılmaya çalışanların bir kere daha sesi oldu. Şarkıları dinlerken yalnızca kendi tarihimiz değil acılı coğrafyamızın da tarihi birleşti. Müziğin tanrısı Apollon’a adanan Odeon’da yaşanan geceden Apollon da razıdır. Eminim!
*
Kırk yıllık dostluklarını müzik tarihine armağan eden Zülfü Livaneli ve Maria Farandouri’nin sahneye el ele çıkıp, el ele inmeleri Troya savaşından beri karşı karşıya getirilmeye çalışılan iki halkın çocuklarına yeniden kardeşlik armağanıydı. Ege’nin iki kıyısının barış denizi olması için Atatürk ve Venizelos’tan başlayarak pek çok isim çaba gösterdi. Gecede İsmail Cem saygıyla anıldı. Yorgo Papandreu ise konsere katılarak barışın hiç bitmeyecek bir mücadele olduğunu gösterdi. Öyle ya; “İlkyaz gelince sürgün açar ölülerimiz yan yana/kalkar horon teperler ve sirtaki/Girit’ten dedem seslenir/ Foça’dan senin deden”* Bizler bağlama ve buzukiyle gözyaşlarımızı silerken bir gün birbirimize sarılma düşünü kurarız.
*
Mikis Theodorakis’in Yunan cuntasına doğru giden yolda ve sonrasındaki karanlıkta anılarını sunduğu “Direnme Günlüğü” kitabı “Tehdit artıyor...” cümlesiyle başlar. Her iki yakada karanlığın esiri olan dönemler her zaman özgür düşüncenin önünde set olur. Yunan Ulusal Senfoni Orkestrası sahne alıp, daha ilk şarkıda, “Merhaba”nın çalınmasıyla gözyaşlarımın boşalması bundandır. Çocukluğuma giderim. Ankara’da kurt kışı kendini hissettirmeye başlamış. Bestekâr Sokak’taki evimizin penceresinden rüzgârda kelebek gibi uçuşan kar tanelerine bakarım. Küçük bir kasetçalarımız var. Babam daha çok Yunan müziği dinliyor. Manos Loizos’tan Theodorakis’e, acıyla ve aşkla harmanlanan ezgilere vurgun... Ataol Behramoğlu, “Ne anlatır Yunan şarkıları/sonsuz güzelliğe, sonsuz barışa dair” diyor ya... Belki de düşlerinde gelecekteki güzel günlerin tasarımını şarkılarla yapıyor. Oysa 12 Eylül’ün üstünden en fazla birkaç yıl geçmiş. Ataol Abi sürgünde. Biz kasvet içinde... “Kan çiçekleri” dört bir yanımızı kuşatmış. İşte Maria ile Zülfü’nün her sözünde, ezgisinde ruhumu kuşatan sevinç ve gözyaşı bu. Çünkü her şarkı anılarımızla bütünleşiyor. Kimi yurt odasında gizlice dinliyor şarkıları, kimi hapishanenin taş avlusunda, kimi de küçük evinin salonunda. Şarkılarla belleğimizin arasında muhteşem bir bağ var. Operacı arkadaşlarımız Teyfik Rodos ve Görkem Ezgi Yıldırım’ın özellikli sesleriyle konser güçleniyor, bağlamasıyla Erdem Şimşek harikalar yaratıyor. Yine geçmişe gidiyorum. Murat Karayalçın’ın belediye başkanlığı döneminde binlerce kişinin tek bir ağızdan şarkılar söylediği Zülfü Livaneli - Mikis Theodorakis hipodrom konserindeyim. Ortaokuldayım. Arkadan bir amca bağırıyor: “Helal olsun Mikis. Artık kardeşiz. Kimse bizi ayıramaz.” Siyasetçilere en güzel yanıtı sanatçılar verir!
*
Son birkaç gündür Atina yağmurlu. Konser saatinde yağmur yok diye sevinirken önce çiselemeye başlıyor. Sonra şiddetini arttırıyor. Orkestra üyeleri sazlarını korumak için sahneyi mecburen terk ediyor. Artık Zülfü ve Maria’ya konser alanını dolduranlar eşlik ediyor. “Eğil yağmur rüzgar eğil/bu benimki sevda değil” derken Poseidon da şarkılara eğiliyor. Yağmur diniyor. Zülfü Livaneli, Poseidon’a teşekkür ediyor. Sadece Poseidon mu? Şiirleriyle şarkılara ilham veren onca şairin de dileği bu... Aragon’un, Lorca’nın, Nâzım’ın, Eluard’ın, Orhan Veli’nin, Ataol Behramoğlu’nun, çevirisiyle adı anılsa da “ozanların Zeus”u Yannis Ritsos’un. Onlar bizim bütün kurbanlarımızın sesi oldular. Ve Türkçe şarkılara konsere gelen binden fazla Türk ve konser alanını dolduran Yunanlı kardeşlerimiz kendi dilleriyle eşlik ettiler bu dizelere.
*
Çok sevdiğim Murat Uyurkulak’ın çok sevdiğim Tol romanı, “Devrim vaktiyle bir ihtimaldi, ve çok güzeldi,” cümlesiyle başlar. Aydınlık bir gelecek adına nice aydınımızı, insanımızı gömdük toprağın altına. Katillerin korunmasına tanıklık ettik. “Güzel” kendini karanlığın eline bıraktı. Oysa o eşit ve gerçek anlamda demokrasiyle taçlanmış geleceğe kavuşmak bu kadar ağır bedellerle kuşanmamalıydı. Zülfü ve Maria’nın şarkılarıyla örülü gece gökyüzüne baktım. Herkesin gökyüzüne... benim de gökyüzüme... Babamla uzun süre sonra tekrar konuştum. Çocukluğumda en sevdiğim kaseti, Pablo Neruda’nın o olağanüstü dizeleriyle bezeli Theodorakis bestesiyle Canto General’i düşündüm. Maria Farandouri’nin en kudretli dalgaları bile sütliman hale dönüştürecek sesini... Bana bu güzelim şarkıları öğrettiği için babama bir kere daha teşekkür ettim. Birlikte konsere geldiğim canım kardeşim Zeynep Altıok’un da gökyüzüne bakışını gördüm.
*
Bize senelerdir güzel bir hayali yaşatan Zülfü Livaneli’ye, Maria Farandouri’ye ve o gece yüreğimizle bütünleşen son yıllarda aldığı politik tutum nedeniyle içim burulsa da Mikis Theodorakis’e bin kere teşekkürle...
Aynı Göğün Altında: Zülfü Livaneli ve Maria Farandouri
Yazarın Son Yazıları
Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.
Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.
Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...
12 Mart’ın hemen sonrası.
Otel odalarında…
Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.
D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.
Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.
Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.
“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...
90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.
Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.
Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.
Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.
“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”
Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.
Paris’te bir sonbahar günüydü...
“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...
Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...
Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...
Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.
Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...
Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!
Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.
Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.
Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.
Dün, bugün, yarın
Bir ‘örgü’ meselesi
Yazarın masası
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’
Hüzünlü bir tiyatro günü
Onur mücadelesi
Başka bir sağlık sistemi mümkün
‘Kadınlar da Vardır’
İç dökümü
Kral Çıplak
Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’