Hayat Memat Meselesi

23 Ocak 2015 Cuma

AKP kendini yeniliyor. Bu yenilenmenin Türkiye’nin yenilenmesiyle ilişkisi ters orantılıdır. Türkiye’nin 12 yıllık bir süreçte adım adım yıkılan Cumhuriyetini yeniden, bu kez aşkın bir aydınlanma ışığında, geçmişin birikiminden tek bir damlayı bile ziyan etmeden yenileyerek kurma hevesimizin, kararlılığımızın olması bekleniyor bizlerden. Bu görev başarılabilir mi zaman gösterecek. “Önemli olan kimle, neyle, nasıl mücadele edileceğini bilmektir” diyenler haklı. Bu saptamanın ilk adımı da herhalde AKP’nin kendini nasıl yenilediğini bilmek olmalı.

***

AKP geçmişiyle bağlarını kopartıyor; yeni dönemin otokrat partisi olmaya hazırlanıyor. Yasaları işine geldiği gibi düzenleyebilecek, bu konuda pragmatik olmayı kurallaştıracak önlemler alıyor. Yasaların ömrünü ihtiyaçlar belirleyecek. Aynı şekilde kadroların ömründe de önlerine konulan görevler, ama en önemlisi sadakat belirleyici olacaktır. Bunun için otoritenin tartışılmaz sahibi ilk adımı atıyor, eski arkadaşlarıyla yollarını ayırıyor.

***

Parlamentodaki son Yüce Divan oylaması da bunun işaretlerini verdi. Tartışılan bakanlara “bu kadar iyilik size yeter” denilmiştir. Bundan böyle başlarının çaresine bakacaklardır. Aynı şekilde hangi nedenle olursa olsun Yüce Divan yönünde oy kullananlar da AKP’nin bundan sonraki siyasi yaşamında yer bulamayacaklardır. Bunların arasında yer aldıkları kuşkusuz “eski tüfekler” ise zaten “ilk ve son söz sahibi”nin kararıyla üç dönem kuralı operasyonuyla çoktan tasfiye edilmişlerdi. Kıymeti harbiyeleri artık hiç yoktur.

***

Ama değişiklikler bu kadarla sınırlı değildir. Yeni dönem eski dönemden kalan, ayak bağı olan, otokratik yönetim kurallarına uymayan kimi alışkanlıklara, yasama, yürütme, yargı üçlemesinden kaynaklanan kimi “kötü huylara” da son verecektir. Her şeyin tek elden yönetilmesi esasına aykırı düşen “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı” gibi huysuzluklar da bundan böyle olmayacaktır. Her ne kadar ekonomi ve dış politika özellikle uluslararası bağımlılıklar nedeniyle başına buyrukluğa fazla izin vermiyor olsa da özgüveni zirveye çıkmış her otokrat bunu en azından bir kere dener.

***

Bütün bunların hiç kuşkusuz ideolojik bir temeli olmalıdır. Vardır zaten. 12 yıllık süreçte ilmik ilmik örülen laikliğin darbelenmesi ve nihayet sona erdirilmesi için bir iki adım ya kalmış ya kalmamıştır. Milli eğitim tümüyle bu ideolojik temelin sağlamlaştırılması için yeniden düzenlendi; bu iş hemen hemen tamamlanmıştır. Son noktanın konulması zamanıdır. Bu da seçimlerin her ne pahasına olursa olsun kazanılmasını zorunlu kılıyor. Çünkü henüz şöyle ya da böyle özellikle laiklik konusunda ikna edilememiş yüzde 50’lik bir kitle var.

***

Bu yüzde 50’lik kitlenin genel gidişe “ne yapalım başka çare mi kaldı” çaresizliği ile boyun eğmesi de; -tarihte örnekleri var- “hayır ben bu yeni düzene boyun eğemem” demesi de mümkündür. Karar hiç kuşkusuz sandığa gidecek olanların olacaktır; ama onlara ne olup bittiğini anlatmak; bunu evde, okulda, sokakta, nerede şu adına “yeni” denilen gerilemeyle karşılaşıyorsak orada yapmak durumundayız. Siyasetin gerçek yenilikçileri somut durumu anlatamazsa “yeni düzenin sahipleri” kitleyi ikna edebilir, ülkemizi otokrasinin sessiz ülkesine çevirebilirler.

***

İkna etmenin yöntemlerini bir bir deniyorlar şimdi. En önemlisi; sokağın sesini susturmayı öne aldılar. Toplantı ve gösteri hakkını kullanılamaz hale getiren yeni düzenlemeler, yeni güvenlik önlemlerini içeren yasalar, sosyal medyaya baskı bunun içindir. Sokağın kapısını yasayla kapatırsanız sokağa çıkmak isteyenleri de yasadışına zorlamış olursunuz. Nefes almak, yaşayabilmek insanın fıtratında var. Ayrıca yasalarla, yönetmeliklerle, emirlerle ortadan kaldırılamayan evrensel insan haklarının otokratlara sonsuz bir özgürlük alanı sunmadığını da biliyoruz.

***

Yaşamak için nefes almak zorundayız. Hayat memat meselesi dediğimiz budur zaten.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları