Hikmet Çetinkaya

Analar ağlamasın...

23 Ekim 2016 Pazar

Zamanın saatini ayarlarken yitip giden umutlarımızı düşünüyorum, kaygılarımızı...
Vicdanın sesini duymak istiyorum, tüm mağdurları, mazlumları düşünüyor, yaşamın lacivert atlasında tüm ölü çocukların ne demek istediklerini yazmak istiyorum.
Düşlerim yıllar önceye götürüyor beni...
O kareli defterime yazdıklarımı bir kez daha okuyorum. Aldığım notlara bakıyorum.
Sivas katliamı geliyor aklıma, ardından Başbağlar, İstanbul Mavi Çarşı, Ankara Ulus, İstanbul’u hedef seçen o büyük acı.
Mazlumu zalimden ayıran, vahşetin cehenneminde yaşayan, çocuklarını yitiren Cumartesi Anneleri, Lice, Silopi, Yüksekova mayınlı tuzaklar...
Her yerde ölüm kol geziyor...
Acımasızlık sarmalı genişliyor...
Öylesine kadim, öylesine vahşi ve kanlı her şey bu topraklarda.
PKK, IŞİD ve şimdilerde FETÖ...
Her dindarı yobaz olarak görmek, boynuna poşu takanı potansiyel terörist kefesine koymak, cemaati baş tacı yapmak, neredeyse devleti Fethullahçılara teslim etmek.
Biz, hep “analar ağlamasın” dedik bunları yaşarken... Analar ağladı, çocuklar, eşler, kardeşler mayınlı tuzaklarda bedenleri paramparça olurken...
Bunlar yetmezmiş gibi 15/16 Temmuz’da FETÖ’cü kanlı kalkışma denendi.
Yaz geçti, sonbahardayız.
Ölüm...
Kan...
Gözyaşı...
Bu arada Oslo, İmralı hattı...
Barış türküleri, şenlikler, kardeşlik...
Kim kazanıyor, kim kaybediyor bu süreçte?
Çocuklarımız ölmesin diye “çözüm ve barış” isteyenleri “teröre destek” savıyla yaftalamak niye!
Bir yanda yaftalayıp öte yanda dışlamak...
Korku imparatorluğu kurmak!
Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Rum, Ermeni...
Bize bu coğrafya yeter de artar bile...

***

Alın yazımız kanla yazılmış bizim...
Nice kıyımlar, kırımlar, katliamlar gördük, vahşetleri yaşadık.
Kana kan intikam duygularının nasıl dalga dalga yükseldiğini...
Bu topraklarda en büyük çocuk katliamına Gaziantep’te Kürtlerin yaşadığı bir mahallede kına gecesinde tanık olduk...
Yanı başımızda Suriye var...
Bombalar yağıyor Halep’e, orada da çocuklar ölüyor, acaba farkında mıyız?
Kına gecesi, düğün kimin olursa olsun, bu ölüm mangaları kanla besleniyor...
Olan çocuklara oluyor, gençlere, yoksul Kürtlere, Türklere.
Ölüm...
Terör...
Terörist...
Kökü dışarıda, içeride.
Nerede olursa olsun...
Terör bir insanlık suçudur, bunu bir türlü anlatamadık.
Kobani’nin IŞİD tarafından Suruç’a taşınması, Gaziantep’i üs haline getirmesi, canlı bombalar, şehit düşen polisler.
Temel hak ve özgürlükleri savunmanın suç sayıldığı bu topraklarda, hayatı kucaklamak, sonbahar güneşinin altında sevgiyi pekiştirmek, sevdaya yolculuk yapmak, insanlığa giden yolu hep birlikte yürümek o denli zor mu bizim için!
Düğün, kına gecesi kimin olursa olsun, o parçalanmış bedenler bizim.
Çünkü hayat tek başına hiçbir şey ifade etmez...
Sağlık Bakanlığı İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez’e “Kürt sorununun barış ve müzakere içinde çözülmesini” istediği açıklaması nedeniyle dava açtı.
Erez, ne demişti:
“İnsan olmanın gereği savaşlara karşı durmaktır. Kürt sorununun barış ve müzakere yoluyla çözülmesi gerekir. Ölüm, kin ve gözyaşı dışında bir süreç için savaş, şiddet odaklı politikaların terk edilmesini, barış ve demokratik yollarla çözüm için gerekli adımların atılmasını istiyoruz.”

***

Tanrı aşkına söyleyin böyle bir suçlama olabilir mi?
Çocuklarımızın, Mehmetlerimizin, polislerimizin ölmemesi için bir çözüm gerekmez mi?
Gelin kaygılarımız değil, umutlarımız çoğalsın.
Ne çabuk unuttunuz Oslo, İmralı görüşmelerinin ardından “Analar ağlamasın” diye attığınız başlıkları, yazdığınız yazıları?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları