Faiz ne kadar düşükse o kadar iyi midir?

21 Ocak 2022 Cuma

Son 30 yılda, başta ABD olmak üzere gelişmiş ekonomileri izleyen biri şu sonuca varacaktır: 

“Bütün ülkeler merkez bankası faizini mümkün olan en düşük düzeye indirmek için sürekli mücadele halinde. Demek ki ekonomik büyüme için politika faizinin mümkün olduğu kadar düşük olması lazım.”

2000 yılına dek Türkiye’de “yüksek büyüme için faizleri mümkün olduğunca düşürme” anlayışı hâkim değildi; sıradan yurttaş kredi faizinin kaç olduğunu merak bile etmezdi, çünkü sistemde tüketici kredisi yok denecek düzeydeydi. IMF patentli 2000 yılı kur çapası programıyla beraber bankalar yavaş yavaş tüketici kredisi, özellikle de taşıt ve konut kredisi vermeye başladılar. Fakat bunların ciddi boyutlara ulaşması AKP devrinde, 2003’te küresel likiditenin iyice bollaşmasından sonra oldu.

Bir yandan tüketici kredileri hızla artar, faizleri sürekli düşer, vadeleri sürekli uzarken, bir yandan da TL’nin sürekli aşırı değerlenmesi yüzünden yerli üretim yerinde saydığı, net ihracat sürekli düştüğü için ekonomi artık üretim ve yatırımla değil, ithalat ağırlıklı tüketimle büyümeye başladı. Başlıca sabit sermaye yatırımı ise inşaat oldu. Tüketim ve konut harcamaları ise ancak ucuz krediyle kamçılanabiliyordu. Böylece Türk ekonomisi de ABD ekonomisi gibi kredi faizleri düşük seyrettiği ölçüde büyüyebilen bir yapıya büründü.  

Yıllar içinde bu yapı kemikleşti. Öyle ki 2018’de devalüasyonun hızlanması karşısında politika faizinin dokuz ay içinde 8’den 24’e yükseltilmesinden sonra milli gelir üç çeyrek boyunca daraldı, dördüncü çeyrekte ise sadece yüzde 1 büyüyebildi. Oysa politika faizinin hep 8’de durduğu bir önceki dört çeyreklik dönemde ekonomi yüzde 6 büyümüştü. Merkez Bankası’nın geçen yılın son dört ayında kurların yükseleceğini bile bile politika faizini 19’dan 14’e indirmesinin gerçek sebebini de faiz-enflasyon ilişkisi konusunda ekonomi camiasında kabul görmeyen bir görüşten çok, büyümenin ancak faizin düşmesiyle mümkün olduğu inancında aramak gerekir.

Peki, o halde ileride Türkiye dış kaynak sıkıntısını kalıcı olarak aşacak olursa, faiz politikamız faizleri mümkün olan en düşük düzeyde tutarak büyümeyi olabildiğince hızlandırmak mı olmalı? Kesinlikle hayır. Çünkü bankacılık sistemine sahip modern bir ekonomide temelde merkez bankasınca belirlenen ortalama kredi faizi o ekonomideki uzun vadeli kâr oranını belirler. Bu faiz, şirketlerin yaptığı yatırımların finansman maliyetini oluşturduğu için şirket kârları, dolayısıyla ekonomideki genel kâr oranı için bir alt sınır oluşturur. Genel kâr oranı ise işçi ücretleriyle beraber toplam katma değeri ve dolayısıyla ekonominin potansiyel büyüme hızını meydana getirir.

O yüzden, siz Türkiye’de olduğu gibi küresel likidite bolluğundan yararlanarak veya ABD’de ve AB’de olduğu gibi, paranızın rezerv para olması (dünyanın her yerinde geçerli olması) özellliğinden yararlanarak genel faiz oranını reel olarak çok düşük, hatta negatif düzeyde tutarsanız aslında ekonominizin uzun vadeli büyüme hızını düşürmüş olursunuz. Kısa vadeli yüksek büyüme uğruna ekonominizin uzun vadeli büyüme potansiyelini, verimlilik artışını kuma gömmüş olursunuz.

Çok düşük veya negatif reel faizle at başı giden sonsuz kredi arzı, gerçek anlamda faaliyet kârı üretemeyen çok sayıda şirketin bitkisel hayatta da olsa yaşamasını sağlar. Siz aşırı düşük faizli bol kredi politikasına devam ettikçe bunların sayıları artar. Kapitalist rekabet gereği bunlar yeterli kârlılığa sahip sektörlere de girerek oralardaki kâr oranını da düşürürler. Uzun yıllardır ABD’de ve AB’de olduğu gibi, merkez bankaları bol krediyle bankaları da fonladığı takdirde bankalar kredilerinin faizlerini bile ödeyemeyen, yani aslında batık olan müşterilerini de yeni krediler açarak yüzdürür, çünkü nasıl olsa merkez bankasından sonsuz fonlama akmaktadır ve ilgili şirketler iflas etmediği takdirde onlara açılan yeni kredilerle bankanın muhasebe kârı yükselmektedir. Bu şekilde ekonomi Amerikalıların “zombi” dediği, faaliyet kârı kredi faizini karşılamaya bile yetmeyen, ama yüzdürülerek yaşamaya devam eden şirketlerle dolar.  

Böyle bir ekonomi büyüyor görünse de içten içe çürümektedir. Fed’in parasal sıkılaştırmayı belli bir aşamaya getirmesinden sonra ABD’de ve hatta Avrupa’da bazı zombi şirketlerin battığını ve bazı bankaları da peşlerinden sürüklediklerini görmek şaşırtıcı olmayacak. Önümüzdeki dönemde bu gelişmeleri iyi izlemeli ve bunlardan Türkiye için ders çıkarmalı, bu arada merkez bankası faizinin ekonominin uzun vadeli büyüme hızını belirlediğini akılda tutmalıyız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları