‘Vize muafiyeti olmayacak kıyamet haziranda kopacak’

14 Mart 2016 Pazartesi

Türkiye ile AB ilişkilerine dair yeni yol haritasının 17-18 Mart tarihlerindeki AB zirvesinde karara bağlanması bekleniyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nde (BMMYK) direktör olarak uzun yıllar görev yapmış olan, Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunun önde gelen destekçilerinden, AB’nin genişleme ve bölgesel politikasını “içeriden” de tanıyan Doç. Dr. Cengiz Aktar’a Brüksel’in ve Ankara’nın istikametini sorduk.

- Avrupa Birliği diyerek soralım: Türkiye’nin gerçekleri neler?

Kanaatimce Avrupa Birliği denilince iki Türkiye var. 1) AKP’nin AB’si. 2) Halkın AB’si.

- Halkın AB’si ne demek?

AKP’ye olan güvenin derin sarsıntıya uğradığı son iki yıldan bu yana insanlar AB’yi tekrar kurtarıcı olarak görüyor. Alman Marshall Fonu’nun “Atlantik Ötesi Eğilimler” çalışmasının iki yıldır ortaya koyduğu sonuç da böyle. “Başka gidecek yer yok, Avrupa Birliği” fikri tekrar yükseliyor. On yıldır süren ve çok yara alan müzakere sürecine karşı insanlarda yine de AB’ye teveccüh var. Fakat AKP’nin AB’si ile Türkiye’ninki örtüşmüyor. Dolayısıyla AB konusunda tek Türkiye’den bahsetmek mümkün değil.

AKP'nin AB'si, AB'nin AKP'si

- AKP’nin AB’si ile Türkiye’ninki örtüşmüyor, dediniz. Ankara ne istiyor?

Ankara, AB’ye tamamen fonksiyonel bir gözle bakıyor. Bu fırsatçılığın en veciz örneği, Ahmet Davutoğlu’nun, Türkiye’nin AB nezdindeki Daimi Temsilciliği’nde Almanya Başbakanı Merkel ve AB dönem başkanlığını yürüten Hollanda Başbakanı Rutte ile yaptığı toplantı sonrasındaki o sözleri: “Kayseri pazarlığı yaptık.” AKP’nin AB’sini anlatmak için bundan daha veciz bir örnek yok. Allah söyletmiş olmalı. Halı pazarlığı da denebilir buna. AB’ye bakış bundan ibaret, “üyelik müzakerelerini canlandıralım, AB mevzuatına uyum sağlayalım” gibi bir irade yok. AKP’nin müktesebatı ile AB’ninki taban tabana zıt. “Efendim fasıllar açılsın!” Basit bir örnek: Açık olan fasıllardan biri Çevre. AB ile Çevre faslının müzakere edildiği Türkiye’de çevreciler her gün dayak yiyor. AKP tribünlere oynuyor. Bunun da feriştahı vize muafiyeti meselesi. Vizelerin kaldırılması Ankara için çok önemli bir satış argümanı. Vizenin kalkmasının ekimden hazirana çekilmesi de yapılmak istenen başkanlık-anayasa referandumuyla ilgili olabilir. Hedef, “Aslan AKP, bak vizeyi nasıl kaldırtıyor” algısını yaratıp oy toplamak.

- Size göre vize muafiyeti olmayacak duaya amin demek.

Evet, vize muafiyeti olmayacak bir duadır. Her şeyden önce Türkiye’nin hazirana kadar o 72 koşulu yerine getirilebilmesi imkânsız. Birkaç örnek vereceğim. 1) Avrupa Konseyi’nin İnsan Kaçakçılığını Önleme Sözleşmesi. 19 Şubat’ta imzalandı. Uygulanıyor mu? 2)Yine o 72 koşuldan biri: Suç Gelirlerinin Aklanması, Kara Paranın ve Terörizmin Finansmanı Sözleşmesi. Bu da imzalandı. Uygulama? 3) 72 koşuldan bir diğeri: “Güvenlik güçlerinin olası insan hakları ihlallerini denetleyecek bir bağımsız komisyon kur” diyor. İronik açıkçası. 4) En can alıcısı da 72 numaralı koşul: “Organize suç ve terörizme ilişkin yasal çerçevenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihatları, AB müktesebatı ve AB üyesi devletlerdeki uygulamalarla uyumlu olacak şekilde gözden geçirilip düzenlenmesi ve mahkeme, kolluk kuvvetleri ve güvenlik güçlerinin uygulamalarının kişi güvenliği ve özgürlüğü, adil yargılanma hakkı; ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü ile uyumunu sağla” diyor. Yani son derece muğlak ve geniş olan terör tanımını bırak, diyor. Hadi buyrun hemen yapın. Türkiye zaten bu 72 koşulu yerine getirse demokratik bir ülke olur. Kiminle alay ediliyor! Avrupa da büyük bir sahtekârlıkla hepsine şimdilik “he he” diyor.

- 17-18 Mart’taki zirveden ne çıkar sizce?

İhtimalen bu metin kabul edilecek. Uygulamaya haziranda bakarız, denilecek. Kızılca kıyamet de haziranda kopacak.

- Neden?

Diyelim ki Ankara hazirana kadar o 72 koşulu yerine getirdi; Türkiyeli işsizler ordusu, Türkiyeli IŞİD’ciler ve Türkiyeli mülteciler, Avrupa’nın vizeyi sürdürmesi için yeterlidir. Bugün Avrupa’da hiçbir siyasetçi 78 milyon Türkiye vatandaşına vize muafiyeti sağlayarak seçim kazanamaz. Bu hak hukuk meselesi değil, AB’nin İslam fobisi ve AKP Türkiyesi’nin son dönemde yaratmayı başardığı son derece olumsuz algı. Bu genel mülahaza. Bir de özel mülahaza var. O da gelecek sene yapılacak Fransa’daki Cumhurbaşkanlığı seçimi. Le Pen’in ikinci tura kalacağı neredeyse kesin. Böyle bir ortamda, Fransa “Schengen’i kaldırıyorum ey Türkiye” diyecek, kutlamalarda şampanya ve ayran içilecek, öyle mi? Bu ham hayaldir.

- Peki, ne ihtimal dahilinde olur?

Şu olur: İşadamları, araştırmacılar, öğrenciler gibi belli gruplara vize muafiyeti gelebilir. Krizi de yönetmiş olurlar.

Şark ve garp kurnazlığı

- Buraya AKP’nin AB’si nedir, kısmından geldik. AB’nin gerçekleri neler?

Mülteci krizinin altında kaldılar. Meseleyi nasıl yöneteceklerini bilemiyorlar. Suriye ve başka ülke uyruklu mülteci ve göçmenler Türkiye üzerinden AB’ye giriyor. Bu devasa insan hareketini engellemek için masadaki planları biliyoruz: Türkiye’ye para vermek, AB üyelik müzakerelerini ısıtıyormuş gibi yapmak, vize muafiyeti vaat etmek, Türkiye’de hızla artan hak ihlallerini görmezden gelmek. Bu, çok sinik ve içten pazarlıklı bir oyun. “Kayseri pazarlığı” iki tarafın da işine geliyor. Bizimkilerin AB’ye girmek gibi bir derdi yok. Avrupa Birliği ise bu pazarlıkla birlikte Türkiye’ye müstakbel üye değil, Mısır veya Suudi Arabistan gibi, üçüncü ülke muamelesi yapıyor. Ankara ile “müstakbel üye” gibi konuşmuyor. Müstakbel üye gibi konuşsa buradaki insan hakları ihlalleri konusunda uyarır. Oysa tam da uyarmadığı için Ankara’yla iş tutabiliyor. Zira Ankara bu uyarıları kabul etmiyor ve etmez. O yüzden İlerleme Raporu 1 Kasım seçimi sonrasına ertelendi.

- Taraflar arasındaki bu ilişkinin “ahlaksız bir münasebet” olduğunu yazdınız.

Hem ahlaksız hem cahilane bir münasebet diyelim hatta. Önce mülteci hukuku- ki bunun mucidi Avrupa’dır- açısından bakalım. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni layıkıyla uygulamayan ve coğrafi kısıtlama getiren ülke. Yunanistan’a intikal eden bir Suriyeli, 1951 Cenevre Sözleşmesi uyarınca geldiği ilk iltica ülkesinde, Türkiye’de, kendini emniyette hissetmiyor, iltica sözleşmesini ve hukukunu uygulayan bir ülkeye, Yunanistan’a, gitmiş bulunuyor. Yunanistan’da böylece mülteci statüsü kazanan bir insanı nasıl geri yollarsın? Bu hem gayri kanunidir hem de cahilanedir. Türkiye’yi sözüm ona “güvenli ülke” tayin etmek! Burada hem şark hem garp kurnazlığı var. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi sınırlamayla zaten otomatik olarak güvenli bir iltica ülkesi değildir. Nokta!

- Ya, “Suriye dışında kim varsa yollayın ama karşılığında bir Suriyeliyi buradan alın” önerisi?

Geri kabul anlaşmaları kâğıt üzerinde çok çekici gözükebilir ama infaz oranları çok düşüktür. Böyle manasız bir denklemi anlamakta zorlanıyorum. Henüz eylem planına yansımadı ama zaten Almanlar, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile başka bir programın pazarlığını yapıyor.

- O nedir?

Doğrudan iskân. Türkiye’den Suriyelileri doğrudan alıp Almanya’ya, Hollanda’ya, İsveç’e götürmek. Bu, yegâne gerçekçi öneri. Böyle bir imkân varken neden Yunanistan’dan gelecek olanları alma taahhüdünde bulunuyorsun; cahilane dememin bir başka sebebi bu. Sorunun iyi anlaşılması için önemli. Bir insan ya da yürüyen herhangi bir yaratık, bu bir ayı da olabilir, hayatını kurtarmayı kafaya koyduysa onu tutmak mümkün değildir. İlla ki kaçar. Ancak Kuzey Kore’de olduğu gibi üç sıra dikenli tel ve mayın durdurur onu. Dolayısıyla Yunanistan’a giden o insanları geri yollamak çok zor, varsayım yanlış.

- Yıllarca Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olduğunu söyleyen Almanya ile Türkiye’nin anlaşması olacak bu nihayetinde. Merkel neden böylesi bir destek veriyor?

Bir taşla iki kuşu vurmak için. Şu yeterince konuşulmuyor. Almanya, bu şekilde 21. yüzyıldaki beyin ve işgücü açığını karşılıyor. Almanya’ya gidenler muhtemelen geri dönmeyecekler. Bu bir. Altın vuruş ise belli: Sureti katiyede Avrupa Birliği normlarına, prensiplerine ve standartlarına uymayan ama müzakere etmekte olan bir ülkenin müzakeresini fiilen bitirmek.

- Daha basit söylerseniz?

Yani Erdoğan rejimi aslında altın bir tepside Türkiye’nin AB üyeliğinden vazgeçtiğini sunuyor. Evet, onun beratını sunuyor. O Kayseri pazarlığı sonucunda ortaya çıkan anlaşmayla da Almanya, Erdoğan rejimine vize muafiyeti vaat ederek, ihlalleri görmezden gelerek rejime destek oluyor. Bunu yaparken de AB’yi kullanıyor, o nedenle Fransızlar, İtalyanlar feveran ediyor. Altın vuruş, destek verilen gayri demokratik Erdoğan rejimi sultasındaki Türkiye’nin müstakbel üyeliğinden ebediyen kurtulmak! Zira böyle bir AB üyesi olamaz.

Müstakbel üyeliğin akıbeti

Pardon, neden kurtulmak olsun bu girişim?

Türkiye müzakere eden ülke. Koşullar belli: Kopenhag siyasi kriterine ve AB müktesebatına uyum. Ankara buna uymuyor. Ve AB, Türkiye ile iş tutarak güle oynaya bunu görmezden geliyor. Türkiye’ye bir ortak gibi değil bir üçüncü ülke gibi davranıyor. Avrupa Birliği Mısır’la konuştuğunda, “Bir dakika, bu demokrasinin, insan haklarının hali nedir ey Sisi” diyor mu? Hayır, umurunda değil. İsrail’e diyor mu? Demiyor. Suudi Arabistan’a diyor mu? Demiyor. Üçüncü ülkeler çünkü. Ama Türkiye öyle değil. Türkiye müstakbel üye. Kopenhag siyasi kriterine yeterince uyum sağladığı için müzakereye başladı 2005’te. Kopenhag siyasi kriterinin kapsamında olan mülteci meselesinde, prensiplerin tamamen dışında bir Kayseri pazarlığı yapıyorsun. Bunu yaparken de müstakbel üye ülkedeki tüm hak ihlallerini ısrarla görmezden geliyorsun. Türkiye, “mülteci sözleşmesine koyduğum coğrafi sınırlamayı kaldırmayacağım” diyor. “Peki” diyorlar. “Zaman’ı kapatırım, Cumhuriyet’in Yayın Yönetmenini içeri alırım, Sur’da ve Cizre’de istediğim hak ihlalini yaparım” diyor. “Temel hak ve özgürlükler konusunda tamamen kendi kafama göre davranırım yine de benimle masaya oturursun” diyor. Ona da peki, diyorlar. Dolayısıyla AB’ye taraftar olmayan bir rejimi destekliyorsun ve böylece üyelik perspektifini ortadan kaldırıyorsun. Altın vuruş bu.

Söylediği yalana inanmayı sevenlerin ülkesi

- Altın vuruş buysa, böyle davranarak kendi normlarını ve ilkelerini de yalanlamış olmuyor mu Avrupa?

Avrupa böylece kendi ilkelerini dikkate almıyor, demek doğru değil. Çünkü o ilkeler sadece üyelere uygulanıyor. Polonya ve Macaristan’la devamlı uğraşıyorlar şu ara. Türkiye artık Avrupa’nın gözünde müstakbel üye değil. Kayseri pazarlığı da AB üyeliğinin ilanihaye ertelenmesi anlamına geliyor. Türkiye’nin üyeliği Avrupa’nın gündeminde değil. 18 aylık iş planını hatırlatalım. 1 Ocak 2016- 30 Haziran 2017 arası 18 aylık iş planındaki genişleme paragrafında Türkiye’nin adı bile anılmıyor. Sadece Batı Balkan ülkelerinden bahsediliyor. Peki, Türkiye’yi bu şekilde dışlamak, uzun vadede Avrupa Birliği’nin işine gelecek bir şey mi? Tabii ki değil. Suriyelilerin gelmesini engelleyelim, derken böylelikle Türkiyelilerin gelmesinin koşullarına imkân sağladıklarını görmüyorlar.

- Türkiyelilerin gelmesi derken neye işaret ettiniz?

Can ve mal güvenliğinde devletinin korumasını kaybetmiş insandır mülteci. Güneydoğu’daki adı konulmamış savaş nedeniyle 350 bin insan yerinden oldu. Henüz gözükmüyor ama Afganlar, Suriyeliler, İranlılarla birlikte ufak ufak Kürtler de Batı’ya gitmeye başladı. Dönelim o soruya, Türkiye’yi bu şekilde dışlamak Avrupa için akıl kârı mı? Elbette değil. Birliğin ilke ve normları burayı refah ve demokrasi coğrafyası haline getirecek ve normalleştirecekti. Nerede bu ülke? Avrupa’nın burnunun dibinde. Bu ülkeyi tamamen dışarıda bırakarak “bana dokunma da orada ne olursa olsun” tavrıyla ele aldığın andan itibaren, o sorunlarla baş başa kalacaksın. Üstelik çifte sorunun var artık. Türkiye’ye çok benzeyen bir ülke daha var burnunun dibinde: Rusya. Avrupa’nın doğusunda, sorun yaratan iki kocaman ülke.

- Avrupa toplumunda “böyle mülteci anlaşması olmaz” tepkisi yükselirse, tepkiler zaten geleceği tartışılan AB’yi çatırdamaya yaklaştırır mı?

Topyekûn vize muafiyeti uygulanmayacağı için öyle bir çatırdama da olmaz. Avrupa Parlamentosu’ndaki atışmaların yaptırımı yok. Merkel’in emrinin dinlenmesi kuvvetle muhtemel.

- Tüm değerlendirmeniz eşliğinde, “Hani siz AB uzmanıydınız. Hani Türkiye’nin üyeliğini istiyordunuz. Şimdi neden bunca itiraz” diyenler çıkacaktadır?

Fırsat maalesef yine kaçtı, çanak çömlek epeyidir patladı. Ama hâlâ mış gibi yapan var. Kendi söylediği yalana inanmayı sevenlerin ülkesi burası.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları