Hikmet Altınkaynak

Eleştirinin ikiz kardeşi deneme

07 Şubat 2019 Perşembe

Deneme ve eleştiri...
Deneme, edebiyat dallarından en zor ama en özgür olanıdır. Şiir gibidir. Yazanı, okuyanı özgürleştirir, düşler kurdurur. Eleştiri gibi zordur da. Bu nedenle deneme için eleştirinin ikiz kardeşi de denir!
Eleştiri, edebiyatın öteki dalları gibi kurgusal değil, kurgusal olmayan türüdür. Konusu doğrudan doğruya edebiyat yapıtıdır. Çünkü eleştiri bir üstdildir. Bu üstdilde yalnızca dünya görüşü yeterli olmaz, yapıtı okumak, anlamak, karşılaştırmak, çağı içinde değerlendirmek, o üstdille anlatmak gerekir. Öte yandan Türk edebiyatında eleştiri türü ve anlayışı yeterince yerleşmemişse -gelişmemişse demiyorum-, bunda eksik demokrasimizin de büyük payı yok mudur?
Ama yine de deneme, eleştiriye göre bir bakıma daha kolay bir yazı türüdür. Kendinden söz açmayı sevenler içinse, biraz daha kolaydır. Bu demek değildir ki, bir deneme kesinlikle nesnel olanı, bilimsel olanı ortaya koymaz. Asla! Ama genelde “deneme” deyince, klasik tanımıyla akla gelen budur. Bunun da hiç kuşkusuz denemenin büyük ustası Montaigne’in yapıtı Denemeler’in (Cem Yay.) başında yer alan “Herkes önüne bakar, ben içime bakarım, benim işim yalnızca kendimdir, hep kendimi gözden geçiririm, kendimi tadarım..” deyişinin payı vardır. Nesnel değil, özneldir ayrıca öznellikten korkmamak gerekir. Çünkü kişiye özgürlük sağlar. Çünkü kendinden söz etmeyen kendine, toplumdan söz etmeyen de topluma yabancılaşır ki, en kötüsü de yabancılaşmak değil midir?
Şu günlerde usta denemeci Uğur Kökden’in İsviçre Kahvehaneleri’ni (Eksik Parça Yay.) okuyorum. Kitap günlük olarak yazılsa da hepsi birer deneme. Denemelerin de konulara göre türlere ayrıldığını düşünerek bunlara yaşam denemeleri diyorum. Ayrıca kitap adında “kahvehane” sözü geçse de “kahvehane”nin bahane ve günlüklerde yer alan her ögenin yaşam odaklı olduğu, İsviçre’deki, Türkiye’deki, Avrupa’daki yaşamları yansıttığını görüyorum.
Neden İsviçre derseniz, onun yanıtı da zaten günlüklerdedir. Çünkü yazarın oğlu Barış, öğrenim için İsviçre’ye gider. Yazar da baba olarak 12 Mayıs 2004’te Zürih’e uçar. Oradan trenle Lozan’a geçer. 2004-2014 yıllarını İsviçre’de geçirir. Doğaldır ki bu süre kimi kez kısa, kimi kez uzun aralıklarla Türkiye’ye geliş gidişlerle uzar, kısalır. Ama bu on yıllık süre Uğur Kökden’e günlükler yazdırır, yeni kültürler öğretir, yeni kitaplar kazandırır. Gezdiği “Lozan”ı, kahvehane, kütüphane, müze, sergi, kitabevi, cadde, sokak, meydan, şato, tarihi mekânları ve günbegün tuttuğu notları harmanlayıp/yorumlayıp okura sunuyor.
Deneme deyince gazetemizin simgelerinden İlhan Selçuk’u, Oktay Akbal’ı, Melih Cevdet Anday’ı... anmamak olmaz. Onların 350-400 sözcüklü, kısa denemeleri insanı ne büyük düşlere doğru yola çıkarır, ne büyük düşüncelere bağlardı! Unutulabilir mi onlar?
Uğur Kökden gezdiği yerleri öylesine insan ve kültür odaklı seçmiş ki, hem çok merak ediyorsunuz, hem de öğrenince şaşırıp kalıyorsunuz. Kitabın İsviçrelilere bile ilginç geleceğini düşünüyorum.
Tıpkı Paulo Coelho’nun 1970’lerde bir hippi olarak Türkiye’ye gelmesi ve geçen yıl yayımlanan Hippi ( Can Yay.) romanının İstanbul’da geçen bölümlerinin bu gezisinden izler taşıması gibi... Coelho kim mi, şimdilik 81 dilde 225 milyon okuru olan dev bir romancı. 70 milyonla Simyacı romanı dünya şampiyonu! Bakalım Hippi kaç satacak?
Eleştiri dünyaya bakış açımızı sağlamlaştırırken, deneme ise, yaşam yarışında yabancılaşmamızı önler, bizi özgürleştirir. Hangisini seçersiniz diye sormuyorum. Biliyorum çünkü yanıtınızı..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Okullar tatildeyken... 26 Ocak 2023

Günün Köşe Yazıları