Ahmet İnsel

Despotik güç ve kaos şantajı

03 Eylül 2015 Perşembe

Siirt’te PKK’lilerin düzenlediği bombalı saldırıda ölen askerlerden birinin yakını, bu ölüme gösterdiği tepkiye Erdoğan’ı da dahil edince, Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla gözaltına alındı. Sorgusunun ardından tutuklandı. Artık sıradan Türkiye manzarasına dönüşen kahredici gaddarlığın küçük ama son derece anlamlı bir örneği bu.
Birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da böyle bir ölümün ardından yaşanan büyük acının ve isyan duygusunun dile getirdiklerini, tasvip etmesek de başımızı öne eğip dinlemek, en azından duymazlığa vurmak temel ahlak kuralıdır. Ama çeteleşmiş iktidar odağı için ahlak da, en temel insanlık değerleri de belli ki artık gereksiz bir teferruattır. Güç kahredici yumruğunu her yerde vurmalı, toplumun dilinin dişinin kenetlenmesini sağlamalıdır.
Akın İpek üzerinden, Koza-İpek Grubu’na yönelik bastırma ve sindirme operasyonu da özünde farklı değil. Hakkında usulsüz mali işlemler yaptığı “makul şüphesi” olan bir şirketler grubuna yönelik bir operasyon değil bu. Hem iktidardaki karanlık güç odağına biat etmemiş basının daha fazla kuşatılması, susturulması politikasının bir parçası, hem eski müttefiki, yeni can düşmanı ve kendisi için en önemli tehdit kaynağı olarak gördüğü bir çevreyi yok etme operasyonunun önemli bir adımı. Hukuki sonuçları uzun vadede boş çıkacak bile olsa, bastırma ve sindirmenin kısa vadeli etkisi yeterli görülüyor olmalı.
Dün Cumhuriyet gazetesi, despotik çetenin kuklası haline gelmiş gücün yayımladığı gizli genelgeyi ortaya çıkardı. Terörü gerekçe göstererek olağanüstü hal devletinin yeniden tesis edildiğinin yeni bir göstergesi bu. Cumhurbaşkanı’nın muhtarları toplumu izleme, gözleme ve fişleme odakları olarak görevlendirmesini kurumsal planda tamamlıyor.
İktidarın bütün devlet kurumlarını ve hükümran gücün sivil ayaklarını toplumdaki her türlü aykırı sesi, eylemi, varlığı bastırmaya, susturmaya ve yok etmeye yönelik bir topyekûn mobilizasyonun araçları olarak kullanışına şahit oluyoruz. Bu, yakın tarihimizde hiç bilmediğimiz, görmediğimiz bir durum değil. Geçen 55 yıl içinde yaşadığımız açık veya örtük askeri darbeleri izleyen döneme birçok bakımdan benziyor.
Çeteleşmiş güç odağının merkezi çalışıyor. 7 Haziran seçim sonuçlarının bir daha tekrarlanmaması, iktidarı paylaşmak hatta kaybetmek tehlikesinin gündeme bir daha gelmemesi için çabalıyor. Devletin tüm imkânlarını seferber etmekten fiili durumun üstünlüğüne dayandırdığı gücünü demokratik meşruiyeti alenen çiğneyerek kullanmaktan hiçbir şekilde geri kalmayacağını gösteriyor.
Önümüzdeki seçimlerde iktidarın ana teması, anlaşıldığı kadar, “ya bana iktidarı verin ya da topyekûn kaosa hazır olun” olacak. 12 Eylül paşalarının hazırladıkları anayasayı referanduma sunarken yaptıkları şantajdan bir farkı yok bunun.
Simgesel ve fiziki şiddeti fütursuzca kullanmakta bir an tereddüt etmeyen bu despotik güç odağının eylemleri, Türkiye toplumunu demokratik geleceğinin belirleneceği son derece kritik bir imtihana sokuyor. Bu durumdan rahatsız olan AKP seçmenlerinin ve sempatizanlarının bir kısmını da kaos ve terör tehdidi altında, kendine bağımlı kılmaya çabalıyor. Dolayısıyla AKP’yi destekleyen, ona oy veren veya AKP çevresinde gözükmekten ya da yer almaktan rahatsızlık duymayanların esas olarak verecekleri bir imtihan olacak 1 Kasım seçimleri. AKP içinde, kaos şantajının gerçek kaosun mayası olduğunu anlayanların hiç de az olmaması beklenebilir. İktidar odağının hızla despotlaşması bu konuda artan bir endişeden de kaynaklanmıyor mu?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları