Ahmet İnsel

Milliyetçi-İslamcı irredantizm ve örfi hukuk

01 Ekim 2016 Cumartesi

Bugün Türkiye’de milliyetçi ve İslamcı değer ve politikaların hâkim olduğu bir dikta rejimi, salt yukarıdan aşağıya doğru, OHAL fırsatı kullanılarak dayatılmıyor. Böyle bir diktatörlük arzusu, Müslüman Türklerin bir kesiminin de gönlünden geçiyor. 15 Temmuz direnişini kalıcı bir kazanıma dönüştürme adı altında bunu dile getiriyorlar. “Toplumun vahiyle uyarılıp ıslah edilmesi ve sistemin topyekûn dönüştürülmesini” amaç etmiş Müslümanların bütünüyle kuşatıcı bir tutum geliştirmekle mükellef olduklarını ve bunun şimdi tam zamanı olduğunu söylüyorlar.
Söylemekle veya mırıldanmakla yetinmeyip ellerine imkân geçer geçmez uyguluyorlar. İl sınırları içinde alkol tüketilen mekânları kapatan Yozgat Valisi, “Sivil dönemde yetkim yoktu; bugün var, kullandım” diyerek, birçok şeyi mükemmel özetliyor. Birincisi, bugün yönetimin sivil değil, örfi bir zihniyetle hareket ettiğini ele veriyor. İkincisi, OHAL ilan edilmesiyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir konuda OHAL’in verdiği “örfi” yetkileri kullanma fırsatçılığını betimliyor. Üçüncüsü, şer’i bir normu örfi hukuka aktarıyor. Yozgat valisi yegâne örnek değil. Onun gibi düşünen ve davranan birçok rektör, müdür ve mülki idare amiri, fırsat bu fırsat diyerek milliyetçi-islamcı örfi hukuk rejimini dayatıyorlar.
Eski örfi hukuk sisteminde yasama yetkisi padişaha ait olduğu gibi, yeni örfi hukuk rejiminde de yasama yetkisi yürütmenin elinde toplanmış durumda. Cumhurun başkanı sıfatıyla ferman çıkarılmasa da, sürekli olmasının açıkça arzulandığı OHAL rejimiyle bundan çok farklı olmayan bir yönetime toplumun alışmasını, buna rıza göstermesini iktidarın başı talep ediyor. Karşı çıkanlar ise bölücü, darbeci ve dahi terörist olarak örfi hukukun pençelerine teslim ediliyorlar. Yukardan aşağıya emirle işleyen bu düzenek, hipodromda münafıkların yırtıcı hayvanlara parçalatılması, gladyatörlerce boğazlanmasını talep edenlerin günümüzdeki Müslüman kılıklı benzerleri tarafından alkışlanıyor. Yapılanı yeterli bulmuyor, yeni isimleri işaret ediyorlar.
Sünni irredantizminin giderek asabileştiğini, eğitim hayatını hâlâ tamamen Kemalist resmi ideolojik dayatmalarla şekillendirildiğinden şikâyet ettiğini görüyoruz. Sadece bütün müfredatta din ağırlıklı eğitimin artmasını istemiyorlar. Kendi elitini yetiştiremeyen Müslümanlar, vasatın tahakkümünü talep ediyorlar. Proje okulları adlı politika bunun en mükemmel örneği. Sanatta, kültür dünyasında “yerli ve milli” adı altında dayatılan da aynı şey.
Yalnız İslamcı irredantizm değil, etnik milliyetçi irredantizm de giderek kabarıyor. Kürt’ü Kürtçe konuştuğu, Kürtçe konuşmak istediği için düşman ilan eden zihniyet, sadece Kürtçeye çevrilmiş çizgi film yayımlayan televizyon kanalını bile terörizmle iltisaklı ilan ediyor. Bu milliyetçi irredantizm Kürt meselesiyle sınırlı kalmıyor. Fütuhatçı bir milliyetçi İslamcılık da kabartılıyor. Şimdi Musul’un geri alınmasından bahsetmeye durum müsait olmadığı için, Ege adalarının kaybedilmesine hayıflanıyor bu irredantizm. Hayıflanmakla yetinmiyor, buraları geri almak fikrinin aklından geçtiğini bu cumhurun başkanı yüksek sesle söylüyor. İç fütuhat amaçlı milliyetçi-İslamcı irredantizmi, kaybedilen toprakları geri almak yani dış fütuhat amaçlı bir irredantist ruh hali tamamlıyor.
İslamcılığın cepte olduğunu düşünen muktedir, şimdi siyasal konsolidasyonunu milliyetçi kanatta gerçekleştirme çabası güdüyor. Kürt sorununda 12 Eylül rejiminin kodlarını canlandırırken, fütuhatçı milliyetçiliğin ayranını kabartmak için, daha dün Cumhuriyet devletinin tapusu olarak tanımladığı Lozan Antlaşması’nı, bugün bir hezimet olarak tanımlıyor.
Yakın tarih irredantist politikaların eninde sonunda o toplum için son derece hazin sonuçlar ürettiğini gösterdi. Milliyetçi-İslamcı irredantizmin sonucunun farklı olması için hiçbir neden yok.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları