Ayşe Yıldırım

Vicdani yargı bağımsızdır

13 Temmuz 2017 Perşembe

Her fırsatta aynı şeyi söylüyor. Israrla. Sanki kırk kere söyleyince gerçek olacakmış gibi. Dün de BBC’ye verdiği söyleşide aynı şeyleri tekrarlamış:
“Şu anda içeride olanların gazetecilik sıfatı yok. Bunlar ya terör örgütüyle beraber hareket etmişlerdir, ya silah bulundurmaktan içeri girmişlerdir ya da birçok yerde bankamatikleri kırmışlar, buraları soymuşlardır. Ama ceplerinde bir sarı basın kartı değil, gazeteci kartı vardır. Bununla beraber de kendilerinin gazeteci olduğunu iddia etmişlerdir. Ve şu anda da sizin ifade ettiğiniz şekilde 170 tane gazeteci falan içeride yok, bunların hepsi yalan. Şu anda gerçek manada gazeteci sıfatıyla içeride iki kişi var.”
Yine ‘içeride’ yani cezaevinde olanların gazetecilik sıfatı olmadığına ‘hükmetmiş’.
Erdoğan’ın bu sözlerini okurken bir gazeteci arkadaşım sordu:
“Sahi kim bu iki kişi? Erdoğan böyle konuştukça ne hissediyorlardır?”
O iki kişiyi bilmiyorum. Muhtemelen hüküm giymiş iki gazeteciyi kastediyordur. Mesele şu ki, onların dışındaki iki yüze yakın gazeteciyi ‘terörist’ olarak nitelemekte ısrar ediyor. Nereye gitse konu önüne geldiği için de rahatsız oluyor. “Bu yalanlarla da dünyayı kandırmayalım” diyor.
Deniz Yücel sorusundan da çok rahatsız oluyor. Hele de görüştüğü dünya liderlerinin ya da yabancı gazetecilerin “basın özgürlüğü ve Deniz’i” sormasından… G-20’den dönerken uçağındaki yandaş kalemlere şikâyet ediyor dünyayı:
“Bakın bu Deniz (Yücel) denilen şahsı, Hamburg’daki basın toplantımızda da yine sordular. Şansölye aynı şekilde, Norveç soruyor, takip ediyorlar yani. Hepsi belli merkezden hareket edercesine takip ediyorlar…”
Kendisiyle söyleşi yapan Die Zeit Gazetesi Yayın yönetmeni Giovanni di Lorenzo’ya da benzer cümleleri kuruyordu. Ve yine hüküm veriyordu:
“Lütfen bu teröristleri destekleyenleri savunma.”

O söyleşiyi hatırlarsınız mutlaka. Konu bağımsız medyaya geldiğinde, şu cümleyi kuruyordu Erdoğan:
“Dünya üzerinde herhangi bir yerde bağımsız bir medya olduğuna inanmıyorum. (…) Bağımsız medya gibi bir şey olsaydı, bu yaşadığımız problemlerin hiçbirini yaşamazdık. Olan biteni açıkça görüyoruz: Rüzgâr nereden eserse oraya gidiyorlar.”
Yanlış okumadınız.
“İddia ile konuşuyorum. Ne Avrupa’sında ne de diğer ülkelerinde, Türkiye’deki basın kadar özgür bir medya yoktur” diyen Erdoğan’dan “Dünya üzerinde herhangi bir yerde bağımsız bir medya olduğuna inanmıyorum” diyen Erdoğan’a...
Ama bütün bunları söyledikten sonra yani gazetecileri ‘terörist’ ilan ettikten sonra “Konu yargıdadır, yargı bağımsızdır, iddianameleri çıksın görelim, yargı ne karar verirse” minvalindeki cümlelerini ekliyor.
Bunu sadece gazeteciler için yapmıyor tabii. Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları savunucuları için de hüküm veriyor:
“15 Temmuz’un devamı niyetinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdi.”

Sonra topu yine yargıya atıyor: “Yargının kararını beklemek lazım.”
Aynı şeyi parlamentonun üçüncü büyük partisinin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş için de yapıyor:
“Bu söylediğiniz kişi bir teröristtir. Ve öyle bir terörist ki, bütün benim Kürt kardeşlerimi sokağa döküp, ondan sonra sokağa döktüğü Kürt kardeşlerimi de, 53 Kürt kardeşimi, yine Kürtlere öldürten bir teröristtir. Bu sadece suçlarından bir tanesidir.”
Terörist demekle yetinmeyip ‘öyle bir terörist ki’ diye vurgulama gereği duyuyor ve “53 Kürt’ü yine Kürtlere öldürtmekle” suçluyor.
6-8 Ekim Kobane olaylarında ölenlerin 44’ünün HDP’li olduğunu zaten Demirtaş verdiği yanıtta anımsattı. HDP, Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulundu.
Yani Erdoğan’ın deyimiyle “konu yargıya intikal etmiş durumda” artık.
Ama biz onun dediği gibi “yargı onlarla ilgili ne karar verirse, o karar bizim başımızın gözümüzün üstündedir” diyemiyoruz. Çünkü o yargının vereceği kararı zaten biliyoruz.
Onun için hükümlerimizi vicdanlarımızda veriyoruz, bu ülkeye gerçek adalet gelene kadar. Ne de olsa vicdani yargı bağımsızdır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Son bir soru ve veda 13 Eylül 2018
Siyasal yangın 30 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları