Bir Hegemonya 'Düzeni' Aranıyor

22 Nisan 2013 Pazartesi

Dünya ekonomisinin, uluslararası ilişkilerin “düzeni” bozulmaya devam ediyor, yerleşik güç merkezlerinde kaygı, korku artıyor. İyi bir örnek olarak ABD’de savunma, jeopolitik konularında isim yapmış Robert Kaplan’ın “Dünya Bir Anarşiye Doğru Gidiyor” başlıklı yazısı (Stratfor, 18/04/2013) üzerinde düşünebiliriz.
Kaplan’a göre bu gidişi durdurmak için hegemonya kuracak bir güç gerekiyor. Bu güç (hegemon) bir düzen getiriyor. Ancak bu düzenin gelebilmesi için
eşitlik, ulusal egemenlik, bağımsızlık gibi kavramların unutulması gerekiyor. Geçen yıl ocak ayında bir yazımda “liberal kapitalizm için demokrasi ne kadar gerekli” sorusuna olumsuz cevaplar veren tartışmaları aktarmıştım. Sanırım, unutulması gerekenler listesine “demokrasiyi” de eklemek gerekiyor.
Anarşi, istikrar, hiyerarşi
Kabul etmek gerekir ki sınıflı toplumların devletler sistemi bağlamında, Kaplan’ın saptamalarına karşı çıkmak zor. Bu saptamaların kökleri, çok eskilere, Platon’un “Devlet” kitabına (yaklaşık, MÖ 380) kadar gidiyor. Platon demokrasinin eşitliğe dayandığını, yoksulların düzeni olduğunu, zenginleri hedef alacağını, anarşi anlamına geleceğini düşünüyordu. Diğer taraftan, Platon’un komünizmin teorisini yapan ilk düşünür olması da bir paradoks oluşturur. Ama bu başka bir yazının konusu.
Kaplan’a göre, tarih bize eşit devletlerin arasındaki ilişkilerin istikrara değil savaşlara, anarşiye yol açtığını gösteriyor. Buna karşılık bir devletin gücüyle disiplin altına alınmış bir devletler düzeni, tüm olumsuzluklarına karşın barış, istikrar getiriyor. Bu nedenle, Kaplan, Kolombiya Üniversitesi’nden Prof.
Waltz’a dayanarak, anarşinin karşıtının istikrar değil, hiyerarşi olduğunu savunuyor.
Platon’dan farklı olarak Kaplan komünizmi düşünmek bile istemediğinden hegemonyayı tartışmaya başlayınca, kavramın kaynağına, İtalyan Marksist
Gramsci’ye gitmek yerine, Prof. David Kang gibi sıradan birinden aktarmayı seçiyor: Hegemonya, salt ekonomik askeri üstünlüğe değil, genel bir kabule, üzerinde anlaşılmış bir eşitsizlik düzenine dayanır.
Anarşinin karşıtı hiyerarşi, dolayısıyla
eşitsizlik olunca da hegemonya, eşitsizliğin, hiyerarşinin en kabul edilebilir biçimi olarak karşımıza çıkıyor
Dünyaya bu açıdan bakınca Kaplan, yalnızca ABD hegemonyasının gerilemekte olduğunu değil, bu hegemonyanın etkilediği devletlerin de zayıflamakta, devletler arası ilişkilerde eşitliğin gelişmekte olduğunu görüyor. ABD artık, Mısır, Suriye, Libya, Irak, Tunus, üzerinde eskisi kadar hegemonya kuramıyor. Türkiye, Suudi A
rabistan, Pakistan gibi ülkeler artık ABD kampında eskisi kadar sağlam bir biçimde yer almıyor, Avrupa bir siyasi birim olarak zayıflıyor. Çin, ABD’nin Pasifik’teki etkisini giderek azaltıyor. Ortadoğu gibi bölgelerde merkezi otorite, yerini alacak yeni bir hiyerarşi olasılığı belirmeden zayıflıyor.
Kaplan’a göre ister küresel düzeyde ABD olsun, ister bölgesel düzeyde bir uluslararası kurum olsun, isterse de ülke düzeyinde Mısır ordusu olsun, bir gücün, mutlaka gereken sorumluluğu üstlenerek hiyerarşiyi yeniden kurması gerekiyor. Yoksa dünyayı daha fazla eşitlik, daha fazla
anarşi bekliyor.
İki ‘yeni’ paradigma
Siyasette, uluslararası ilişkilerde yeni bir paradigma arayışı, insanlığı, burjuva sınıfının uygarlığa kazandırdığı eşitlik, demokrasi gibi kavramlardan vazgeçme noktasına getirdi. Uluslararası ilişkileri internet, siber savaşlar, sınır tanımayan terörizm gibi gelişmelerle birleştiren bir başka jeopolitika uzmanı, George Washington Üniversitesi’nden Prof. Amitai Etzioni, The National Interest dergisindeki yazısında, ABD’nin, ulusal egemenliğe, ülke sınırlarına saygı ilkesini, işbirliği koşuluna bağlayan bir paradigma geliştirmesini öneriyor.
Dikkatle bakınca, bu önerilerin
2001 Savunma Stratejisini, önündeki “demokratikleştirme” incir yaprağını kaldırarak yeniden karşımıza getirdiğini görüyoruz. Tam bu sırada, Boston Maratonu’na yönelik saldırı, Beyaz Saray’a gönderilen zehirli mektup, ABD halkında yine güvensizlik, belirsizlik duygusunu, “saldırı altındayız” algısını güçlendiriyor.
I.
Bush döneminin imparatorluk refleksini canlandırmaya çalışan tartışmalar yoğunlaşırken dünya ekonomisinin kaptan köşkündekiler arasındaki kafa karışıklığı, çok kritik bir dönemde olduğumuzu düşündürüyor.
Örneğin, IMF’nin geçen hafta yayımladığı
“Mali İstikrar 2013” raporu bir taraftan, kemer sıkma politikalarının ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini savunuyor, parasal genişlemeye devam diyor. Diğer taraftan IMF, parasal genişlemenin olumsuz yan etkilerinden yakınmaya devam ediyor (FT 17/04).
Kafa karışıklığının bir diğer örneğini de
Rogoff & Reinhart’ın (RR) ünlü çalışmasının sonuçları üzerinde başlayan, hafta boyu devam eden tartışma (Financial Times, New York Times) sundu. RR’nin uzun dönemli zaman serilerine dayanarak hazırladığı çalışma, kamu borçlarının GSMH’ye oranı yüzde 9’u geçince, büyümede keskin bir düşüş yaşandığını “göstererek” kemer sıkma politikalarına güçlü bir destek sunuyordu. MIT’den, Herndon, Ash, Pollin adlı ekonomistlerin RR’nin verilerini irdeledikten sonra geçen hafta yayımladıkları araştırmada, zaman serilerinde, kimi hesaplamalarda, kemer sıkma politikalarına destek veren savı sarsacak önemli “hatalar” buldular.
Böylece,
“büyümek için kemer sıkmak gerekiyor” yaklaşımının saçmalığı bir kez daha açığa çıktı. Ancak “parasal genişleme bankaların kasalarını doldururken kredilerde, reel ekonominin gereksinimi karşılayacak, ekonomik büyümeyi destekleyecek genişleme neden gerçekleşmiyor” sorusunun cevapsız kalmaya devam ettiği görülüyor (Wall Street Journal, 18/04).
Kafa karışıklığının, en çarpıcı sonuçlarını Avro bölgesinde görüyoruz, IMF İngiltere’nin kemer sıkma politikalarını eleştiriyor (
The Daily Telegraph, 19/04/2013) ama aynı anda Yunanistan, İspanya gibi çok daha zayıf ekonomilerde kemer sıkma politikalarını dayatıyor. Bu sırada Fransa bir ekonomik politika izliyor, Almanya bir başka...
Alman-Fransız motorunun aksaması, bir zamanlar bu motorun gücünden korkan çevrelerde bu kez başka bir korkuya yol açıyor.
Financial Times’dan Philip Stephens’e göre “Fransa’nın zayıflığı Almanya’yı yalnız bırakıyor”... “Almanya tüm öfkenin hedefi oluyor”. Yine hegemonya sorununa dönüyoruz: Stephens, Almanya’yı “gücünün getirdiği sorumlulukları üstlenmeye” çağırıyor. Almanya Merkez Bankası Başkanı Weidman da “borç krizini aşmak on yıl sürecek” dedikten sonra hükümetleri daha fazla etkin olmaya çağırıyor. (Wall Street Journal 17/04). Bu çağrıya, İngiltere Merkez Bankası, Merkez Bankaları Çalışmaları Bölümü’nün direktörü Blejer’in “Merkez bankalarının bağımsızlığı anlayışı ömrünü tamamladı” saptamasını da ekleyebiliriz.
Evet acilen
“düzen getirecek bir güç” aranıyor, ne yapacağını bilmesi koşuluyla...

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları