İran nereye biz nereye

25 Mayıs 2017 Perşembe

Ruhani başkanlık seçimlerini 2013 yılında oyların yüzde 51’ini alarak kazanmıştı. Geçen hafta yüzde 57 ile yeniden kazandı. Karan, Cerrahoğlu, Atay arkadaşlarımız, yazılarında başkanlık seçimlerinin adaylarını ve ortamını irdelediler. Tayfun Atay’ın tarihsel zeminde yaptığı karşılaştırma çok ilginçti. Ben farklı bir açıdan bakarak, “İran nereye Türkiye nereye?” sorusunu sormak istiyorum.

Zengin - yoksul
Ruhani başkanlık seçimlerine, dünya ekonomisiyle bütünleşme, uluslararası ilişkileri geliştirme, İran üzerindeki son yaptırımları da kaldırma, ekonomik istikrar getirme vaadiyle ve Le Monde’un deyimiyle “sınırlı bir liberal” programla girdi. Karşısındaki, Devrim Muhafızları’nın adayı Reisi, dini değerleri güçlendirmeyi, yoksulluk ödeneklerini üç kat artırmayı, 6 milyon yeni iş yaratmayı vaat ediyordu.
Bir Le Monde yazarının Tahran’dan aktardığına göre Reisi, kentin güneyindeki yoksul mahallelerinde güçlü, orta sınıfların yaşadığı kuzey mahallelerinde zayıf performans göstermiş. Bir gözlemciye göre katılımın düşük olduğu güney mahallelerinde, yoksul halk Reisi’ye, sevdiğinden değil dağıttığı gıda maddelerinden dolayı oy vermişler.

2013-2017
Bu resmin arkasında İran kapitalizminin Ruhani dönemindeki performansı yatıyor. Ruhani 2013’ten 2016’ya enflasyon oranını yüzde 45’ten tek haneli sayılara indirmiş. Geçen yılın son çeyreğinde İran ekonomisi yüzde 9 büyümüştü, bu yıl yüzde 5 oranında büyümesi bekleniyor.
Nükleer anlaşma bağlamında yaptırımlar kalkarken İran ekonomisi dışa açılıyor. Yabancı sermaye yatırımları, 2015 yılında 3 milyar dolardan 2016 yılında 13 milyar dolara çıkmış. Ruhani’nin hedefi 140 milyar dolar. İran üzerindeki yaptırımlar kalktıkça çokuluslu şirketlerin İran’a olan ilgisi de artıyor. Boeing, Airbus, Peugeot daha şimdiden İran pazarına girmiş durumdalar.
Bu gelişmelerin arkasında, ekonomik özgürlükler, iş yapma kolaylığı, yolsuzluk algısı, uluslararası mülkiyet hakları, yaşam kalitesi gibi alanları da kapsayan 11 uluslararası indekste İran’ın konumunun 2013-16 döneminde belirgin biçimde iyileşmiş (İran Daily, 20/05/2017) olması yatıyor. İran halkının, haklarının ve özgürlüklerinin, yavaş da olsa iyileşmeye devam ettiği söylenebilir.
Orta sınıflar ve özel sektör kapitalizmi Ruhani’yi desteklerken, Devrim Muhafızları’nın devlet kapitalizmi, Ruhani’nin kısmen liberal projesine direnmeye çalışmış. Yoksullar ise seçeneksizlikten, isteksizce de olsa sadaka ve dinci propaganda ortamında Reisi’ye oy vermişler.

Jeopolitik
Geçen hafta, Atlantik’ten Pasifik’e uzanan, “süper kıtanın” üzerinde, birbirleriyle çarpışma yolunda ilerleyen iki hegemonyaya, “ipek yolu üzerindeki ülkelerin bir paylaşım savaşına hedef olabileceği”ne değinmiştim.
Türkiye gibi İran’da bu iki hegemonyanın birbirine sürtüşmekte olduğu hat üzerinde. Bu sürtüşme serleştikçe, onlar da sürtüşmenin çıkaracağı enerjinin sıcaklığını hissedecekler.
İran petrol ve gaz kaynaklarına sahip; gelişmekte olan bir nükleer enerji programı, kısıtlı da olsa teknoloji geliştirme kapasitesi var. İran, potansiyel olarak uluslararası deniz ticaretinin en önemli geçiş noktalarından birini, Hürmüz Boğazı’nı kapatma kapasitesine de sahip. Halen ekonomisinin uluslararası kapitalizme açılma süreci hızlanıyor. Bu önümüzdeki dönemde daha hızlı büyüme, daha fazla yabancı sermaye, daha fazla enerji ihracatı ve askeri kapasite inşası anlamına geliyor. Ekonomik ve siyasi özgürlüklerin artmasına paralel ülke içindeki istikrarın da güçleneceği, öyleyse İran’ın bölgedeki ağırlığının, “sürtüşmenin” sıcaklığına dayanma kapasitesinin artacağını düşünebiliriz. Dünya ekonomisiyle bütünleşme, uluslararası ilişkiler, ekonomik kaynak ve iç istikrar alanlarında benzer bir saptamayı AKP Türkiye’si için söylemek zor.
İran’daki gelişmelere bakınca insanın aklına, ister istemez, “onlar gider mersine biz gideriz tersine” özdeyişi geliyor  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları