CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, HDP’li ve onun devamı olan DEM Partili politikacılar ve belediye başkanları görevlerinden alınır ve bazıları hapse atılırken, DEM Parti’nin “Süreç” bağlamında iktidara destek vermesindeki çelişkiyi vurgulamak için zekice dile getirdiği “Stockholm Sendromu”, Türkçemizin bütün çarpıcı güzelliğiyle, “Celladına âşık olmak” biçiminde ifade edilen bir durumdur.
Siyaseten, sana baskı uygulayan, seni ezen, senin Temel Hak ve Özgürlüklerini sınırlayan ve kısıtlayan, sana haksız ve hukuksuz biçimde davranan, seni hapse atan, özetle sana zulmeden bir iktidarı destekliyorsun demektir.
(Bu ifade sonrasında, DEM Parti’den gelen çok sert tepki üzerine Özel’in “Ben DEM’e söylemedim. DEM’in kapatılmasını hatırlatarak genelleme yaptım” dediğini belirtmeliyim. Ayrıca aynı eleştirinin “Komisyona” girdiği için CHP’ye karşı da yapıldığını anımsatmalıyım.)
Şimdi kısaca bu kavramın köküne bakalım.
***
Adını, 23 Ağustos 1973’te İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir banka soygunundan alır.
Soyguncu Jan Olsson, üçü kadın biri erkek dört banka çalışanını 6 gün boyunca rehin alır ve polisle müzakerelerde onları öldürmekle tehdit eder.
Olsson, üç milyon İsveç Kronu (700 bin Amerikan Doları kadar bir miktar) ve hapiste olan ünlü banka soyguncusu Clark Olofsson’un serbest bırakılarak bankaya yanına getirilmesi istemektedir.
Hükümet Olofsson’u, Olsson’un yanına getirir.
Uzun pazarlıkların yapıldığı 6 günün sonunda polis bankanın tavanını delerek içeri gaz sıkar, Olsson teslim olur, rehineler de kurtarılır.
Fakat rehinelerden Kristin Enmark ve iki kadın, Olsson ve Olofsson için kötü şeyler söylemedikleri gibi Enmark onları adeta savunur.
Bir süre sonra da Olsson’la aralarında romantik bir ilişki başlar.
Kendilerini rehin alan soygunculara karşı, rehinelerin onları savunan bu tutum ve davranışı, polisle çalışan kriminolog Nils Bejerot tarafından “Stockholm Sendromu” olarak isimlendirilir.
Kavram daha sonra genişletilir, aile içi şiddet, tecavüz ve savaş esirlerinin beyinlerinin yıkanması gibi durumlar için de kullanılmaya başlanır.
***
Bir başka Stockholm Sendromu olayı da ABD’de, medya patronu William Randolph Hearst’ün torunu Patricia (Patty) Campbell Hearst’ün kaçırılmasında yaşanmıştır:
Donald DeFreeze liderliğindeki Symbionese Liberation Army (SLA) adlı solcu bir grup, 19 yaşındaki Patricia Hearst’ü Berkeley’de nişanlısıyla birlikte yaşadığı dairesinden kaçırır.
Nişanlısı dövülerek kaçırılan Patricia, küçük bir dolapta günlerce tutulur, fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kalır.
SLA, Patricia’nın babası Randolph Hearst’ten 2 milyon dolar değerinde yiyecek dağıtımı yapmasını ister ve bu istek San Francisko’da, “People in Need” programı adıyla gerçekleştirilir.
Kaçırıldıktan yaklaşık iki ay sonra, Patricia bir ses kaydıyla, kendisini, Che Guevara’nın sevgilisi Tamara Bunke’den esinlenmiş olan Tania olarak tanıtır ve ailesini “kapitalist domuzlar” diye eleştirerek SLA’ya katıldığını ilan eder.
Daha sonra San Francisco’daki Hibernia Bankası soygununa ve başka silahlı eylemlere katılır, fakat 18 Eylül 1975’te yakalanır ve yargılanarak önce 35 yıl, sonra Temyiz kararıyla 7 yıl hapse mahkûm olur.
22 ay hapis yattıktan sonra 1979’da Başkan Jimmy Carter tarafından cezası hafifletilerek serbest bırakılır, 2001’de Başkan Bill Clinton tarafından tam affa uğrar.
***
Stockholm Sendromu’nun ve onun ikiz kardeşi olan Şok Doktrini’nin ülkemizdeki siyasal yapı açısından sonuçları yarına!