Bu ülke gerçekten kimin?
Sadık Çelik
Son Köşe Yazıları

Bu ülke gerçekten kimin?

11.12.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Bu ülke, gerçekten hepimizin mi?

Sokakta, kurumda, okulda, devlette, iş yerinde hep aynı ölçüt kullanılıyor sanki: “Bizden misin?” Cevap “hayır” ise bir eşik kapanıyor, bir hak gölgeleniyor, bir sınav anlamsızlaşıyor… Hayat, kendi doğal akışında değil, görünmez bir eleme mekanizmasının çizdiği patikada ilerliyor.

Oysa insanın hangi anadan babadan doğacağına bile kendisinin karar veremediği bir hayattan söz ediyoruz. Kimden, hangi ailede, hangi çevrede dünyaya geleceğimizi biz seçmiyoruz. Doğduğumuz yer de, içine düştüğümüz kimlik de bir tercih değil; bir rastlantı. Ama biz, bu rastlantıyı bir üstünlük ölçüsüne, bir eleme kriterine dönüştürmekte hiç zorlanmıyoruz.

Toplumun ruhuna işleyen bir alışkanlık. Aidiyetin, liyakatin önüne geçtiği; yakınlığın, ehliyetten daha kıymetli olduğu problemli bir zihinsel iklim. Sanki modern devlet rüyasının üzerine, eski kabile hafızası ince ince serilmiş gibi…

Oysa ne insanlar tek renkten, ne de toplumlar tek sesli. Hayat bu kadar siyah beyaz değil. Ama biz, yılladır, “bizden-olmayanlar”ı birer tehdit gibi kodlamayı seçiyoruz. Sanki hepimiz aynı kökten, aynı inançtan, aynı meşrepten olmak zorundaymışız gibi… Sanki çeşitlilik zenginlik değil, tehlikeymiş gibi.

Peki neden?

Neden yalnızca bize benzeyeni kutsayıp, bizden olmayanı dışlıyoruz, niçin farklı olanı sevmek, anlamak, hatta sadece dinlemek bile bu kadar zor geliyor bize? Belki de cevabı teoride değil, gündelik hayatın sıradan pratiklerinde aramak gerekiyor. Çünkü bu zihniyet en çıplak hâliyle, günlük ilişkilerimizde ve kurumların işleyişinde kendini ele veriyor.

İş yerlerinde çalışanların hatırı sayılır kısmının patronun ya da üst düzey yöneticilerin akrabası, hemşehrisi, köylüsü ya da aynı çevreden “tanıdıklar” olması tesadüf mü? 

Bir belediyede ilan açılmadan önce kimin alınacağının zaten biliniyor ve kulislerde konuşuluyor oluşu… Ne yazık ki bu durum yalnızca belediyelerle sınırlı değil; merkezi idarenin çeşitli birimlerinde, kritik kadrolarda, seçici sınavlarda da hangi unvanın kime “uygun” görüleceği, daha süreç başlamadan belli oluyor.

Farklı siyasi partiler, ülkeyi paylaşan topluluklar olmaktan çıkıp birbirinin varlığını tehdit gibi gören kapalı kabilelere dönüşüyor. Bu ötekileştirme eğilimi, aynı parti içinde de sürüyor: En küçük aykırı söze, en ufak eleştiriye tahammül yok. Eleştiren “hain”, soru soran “muhalif”, sorgulayan “bizden olmayan” ilan ediliyor.

***

Bu keskin ayrımın bugünün öfkesiyle değil, yüzyılların tortusuyla şekillendiğini kabul etmeden ilerleyemeyiz. Çünkü “bizden olan–olmayan” düalizmi, bu toprakların en eski reflekslerinden biri. Devletin kapısından gündelik hayatın en küçük alanlarına kadar uzanan o görünmez çizgi, aslında modernlikle tam olarak buluşamamış bir toplumsal mirasın devamı. Sadakatin, kurala ve ehliyete üstün tutulduğu kapıkulu düzeni; cemaatçi ilişkilerin devletten önce geldiği bir tarih; kimliğin bireyden çok topluluğa sabitlendiği eski alışkanlıklar… Tüm bunlar zihnimizin derinlerinde ilk günkü canlılığıyla yaşıyor.

Toplumsal güvenin kurallarla değil, ilişkilerle kurulduğu bir kültürde farklı olana mesafe, neredeyse içgüdü haline geliyor. Temel sorun, aidiyeti liyakatin önüne koyan kültürel kalıp. Bu kalıp, kapıyı açarken kurala değil, tanışıklığa bakıyor; bir görevi ehline değil, yakın olana teslim ediyor; farklı fikre değil, “bizden olana” alan açıyor.

Halbuki modern devlet tam tersini gerektirir: Kişiye göre değil kurala göre işleyen bir düzen, duygusal yakınlıkla değil nesnel ölçütlerle, soğukkanlılıkla alınan kararlar, kimlikler arası mesafenin değil ortak yurttaşlığın tanımladığı bir toplumsal birlik… 

Çeşitliliğin doğal bir şekilde varolduğu bir toplumda yaşarken çeşitliliği bir “güvenlik açığı” gibi görüyoruz. 

İşin en çetrefilli yanı ise şu: Bu ayrım sadece iktidarın, siyasetin, devletin sorunu değil. Gündelik hayatın içine sızmış; dost seçimlerimizden işe alım süreçlerine, yönetici tercihinden okul seçimlerine kadar her yere yayılmış durumda.

NEPOTİZM

Tanışıklığın bilgiye, aidiyetin ehliyete, sadakatin uzmanlığa üstün tutulduğu o kadim ve arızalı düzen… Nepotizm de diyoruz. Torpil, iltimas… Pratiği yüzyıllardır hayatımızın içinde. 

Âşık Mahzuni Şerif’in ağıt yaktığı kader bugün hala milyonların ortak deneyimi:

Kurban gelir payın yoktur

Haftan yoktur, ayın yoktur

Ankara'da dayın yoktur

Mamudo kurban niye doğdun?

.

.

.

Akar yaşın şakır şakır

Tahta döşek takır takır

Ölüler senden rahattır

Mamudo kurban niye doğdun?

Nepotizm, sadece haksızlık üretmekle kalmıyor; haksızlığı sıradanlaştırıyor. İnsanlar bir süre sonra “işler zaten böyle yürür,” diyerek bu düzeni içselleştiriyor. Bu içselleştirme, tüm çöküşlerin başlangıcı. Çünkü o noktada artık yetenekli olan geri çekilmeye, çalışkan olan küskünleşmeye, hak eden kendini oyun dışında bulmaya başlıyor. Haksızlığın sürekliliği, haklı olmanın değerini azaltıyor; liyakat, bir ideal olmaktan çıkıp nostaljik bir masala dönüşüyor.

Modern yönetim teorisinin kurucularından Max Weber, devletin kişisel sadakate değil, ancak kurallara dayanan bir akılcılıkla ayakta kalabileceğini söyler. Oysa bizde hâlâ “Bizim çocuk halleder,” ilkesi işliyor. Bu zihniyet, en kritik kurumları bile duygusallığın ve yakın çevre ilişkilerinin insafına bırakıyor. 

Bir hastanede uzmanlığın yerini referansın alması, bir belediyede liyakatli kadroların yerini “bizden olan” kontenjanlarının doldurması, bir kamu kurumunda sınav birincisinin mülakatta elenmesi… 

Nepotizmin yarattığı tahribat şöyle özetlenebilir: Kayırılan kişi koltuğa oturur, evet; ama o kurum ayağa kalkamaz. Çünkü kuruma güç veren koltuk değil, o koltuğu dolduran bilgidir, yetenektir, deneyimdir, ehliyettir. 

***

Bu çöküşün en görünür olduğu anlar, kriz anlarıdır. Depremde, uzmanlığı olmayan yöneticilerin afeti “yönetmeye” çalıştığını gördük; pandemide bilimsel bilgiyle ilgisi olmayan karar vericilerin toplumsal riskin boyutunu kavrayamadığına tanık olduk; ekonomik krizlerde teknik bilgiden yoksun kadroların ülkenin geleceğini aylık denemelere dönüştürdüğünü yaşadık, yaşıyoruz. Daha dün, Kartalkaya’daki otel yangınında, yangın algılama sistemlerinin çalışmaması, yapılmayan denetimler, zorunlu güvenlik önlemlerinin eksikliği yüzünden 78 canı kaybettik… Öğrenci yurdunda çatıya eklenen kaçak yapının tetiklediği yangınlar, maden faciaları, iş cinayetleri… Ne ilk ne de son… Saymakla bitmeyecek kadar çok…Bütün bu tablo bize, sorunun yanlış insanların, yanlış sorumluluklarla donatıldığı bir sistem olduğunu söylüyor.

Arthur Miller’ın söylediği gibi; “Kurbağayı koltuğa oturtsan da o yine çamura atlar.” 

Ya da Shakespeare’in. “Liyakat olmadan kazanılan, müstahak olmadan kaybedilir.” 

Yanlış kişinin oturduğu her makam, toplumun ortak aklından bir parça eksiltir. Liyakat çöktüğünde devlet de sessizce çöker; kimse ilk çatırtıyı duymaz. Devletin aklı devreden çıkınca ülkenin ortak geleceği, kişisel ilişkilerin dar koridorlarına sıkışır.

Nepotizmin, kayırmacılığın, “bizden olanlarcılığın” bu ülkede kökleri eskiye dayanır evet ama hiçbir dönem bugünkü kadar görünür, kurumsal ve sistematik hale gelmemiştir. Bu ölçekte kurumsallaştığı, kamusal hayatın tüm hücrelerine yerleştiği başka bir dönem hatırlamak zor… 

İş konuşmaya gelince her siyasetçi, liyakattan dem vurur; bizden olana-olmayana bakılmadığını iddia eder. Ama karar anlarında bu sözler sessizleşir ve orada yalnızca “kime ne kadar yakınsın” sorusu yankılanır.

Bugün Türkiye’de Kartal İmam Hatip mezunu olmak, Galatasaray Lisesi, Robert Koleji ya da Kabataş Lisesi mezunu olmaktan daha geçer akçe hâline geldiyse, sorun bir okulun diğerinden iyi olması değildir; sorun, liyakatin yerini kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde ideolojik yakınlığın almış olmasıdır.

Hukuk fakültesine baytar, konservatuvara, strateji kurumlarına ilahiyat mezunu, afet yönetimi kurumlarının başına yer bilimleriyle ilgisi olmayan kişiler atanabiliyor. Üstelik bu örnekler münferit değil.

Bir dönem cemaat soruları çalarak kendi ağını acımasızca kuruyordu. Mekanizma gizli kapaklı yürütülüyordu. Peki dünden bugüne sözlü mülakatlarla, “referans mektuplarıyla”, “hamili kart yakınımdır” mesajlarıyla olağan bir idari pratik gibi işleyen mekanizma?

Bu düzen en tehlikeli etkisini “duygusal kopuş”ta yaratıyor. “Ankara’da dayısı olmayan” milyonlar, yıllardır bu devlete emek veren, vergisini ödeyen, okuyan, çalışan, üreten gençler… Her biri, gün geçtikçe kendi devletine yabancılaşıyor. Sorun yalnızca iş bulamamak değil; mesele, görülmemek, duyulmamak, karşılıksız kalmak. İçten içe aynı soruyu soruyorlar: “Bu ülkede gerçekten bir yerim var mı?” İşte beyin göçü tam da bu sorunun cevapsız kaldığı yerde başlıyor. Ekonomi bir gerekçe olabilir; ama asıl itici güç, adalet duygusunun ağır ağır çürümesidir. Kendisini bu toprağın bir parçası olarak hisseden gençler artık başka ülkelerin sınırlarından yalnızca fırsat değil, adalet ve değer bekliyor.

***

Liyakat çözülünce herkes “uzman” kesilir, herkes “kanaat önderi” olur, herkes her şey hakkında konuşur ama kimse işini düzgün yapmaz. Mesleki etik, kurumsal hafıza ve profesyonel sorumluluk yok olur; geriye yalnızca kişisel sadakat ağları kalır.

Oysa biliyoruz: Normal demokratik ülkelerde iktidarlar, ülkenin ekonomik ve beşeri sermayesini rasyonel biçimde kullanır. Yatırımlar bilimsel önceliklere göre yapılır. Kurumların başına o kurumun yükünü taşıyabilecek insanlar getirilir.

Devlet ideolojik bir alan değil, profesyonel bir organizma olarak yönetilir.

Ezcümle; bir ülkeyi ayakta tutan şey “bizden olanlar”ın kalabalığı değil, ehliyet sahibi çoğunluğun doğru konumlardaki varlığıdır. Liyakat yoksa adalet rastlantıya dönüşür; adalet yoksa aidiyet çözülür; aidiyet çözüldüğünde ise geriye ne devlet kalır ne gelecek.

Yazarın Son Yazıları

Bu ülke gerçekten kimin?

Bu ülke, gerçekten hepimizin mi?

Devamını Oku
11.12.2025
Kötülüğün yeni yurdu

Psikoloji, hukuk, dinler ve gündelik ahlakın ortak ezberinde kötülük, bireyin içindeki karanlıkla açıklanır.

Devamını Oku
04.12.2025
Kasım Üzerine: Dökülmenin ve Hatırlamanın Zamanı

Kasım, takvimin yalnız ayı.

Devamını Oku
20.11.2025
Sadakat Çağında Muhalif Kalmak

Bir toplumun neye güven duyar? Akla mı, yoksa itaate mi?

Devamını Oku
13.11.2025
Bir Tapınağın Hikâyesi: Mekânlar Değişiyor, İnsan Hep Aynı Savaşın İçinde

Denizden 150 metre yukarıda, Akropolis’in kayalık tepesinde yükselen sütunlar…

Devamını Oku
06.11.2025
Cumhuriyetin aynasında bugün

Türkiye’de uzun zamandır yeni bir fikir doğmuyor.

Devamını Oku
31.10.2025
Bir ahlak meselesi… Temiz eller, kirli zihinler

Ahlak; herkesin ağzında dolaşan fakat kimsenin pek de hayatına almadığı kelime.

Devamını Oku
24.10.2025
Bir Mahpusluk Halidir Bu Memleket

Bir ülkeyi anlamak için hapishanelerine, yani adaletin son durağına bakabilirsiniz.

Devamını Oku
16.10.2025
Öfkenin İkliminde Yaşamak: Adaletin Suskun, Zorbanın Gür Olduğu Bir Ülke

Toplum adeta bir gerilim teline dönmüş durumda; dokunan yanıyor, çekilen tınlıyor, kimse sesin kime ait olduğunu ayırt edemiyor.

Devamını Oku
10.10.2025
Gücün yakıcılığı, çekiciliği ve kontrol edilebilirliğinin önemi

Güç, insanlık tarihinin en eski büyüsüdür: Çekici olduğu kadar sınayıcıdır da insana kendini tanrı sanma yanılsaması verir...

Devamını Oku
02.10.2025
Kayıp Meslekler, Kırık Hayatlar

İnsan yalnızca yaşayan, tüketen bir beden değildir; aynı zamanda anlam üreten, topluma katkı sunan bir varlıktır.

Devamını Oku
25.09.2025
Manşetlerin Gölgesinde “Hayat”

Her gün televizyonda, gazetelerde, sosyal medyada büyük sözler, manşetler, olağanüstü gelişmeler, son dakika olaylar…

Devamını Oku
18.09.2025
Eylül Manzarası: Eşitsizlikten Umuda Eğitim

“Çok çalışırsan her şeyi başarırsın”.

Devamını Oku
04.09.2025
Tarım, Toplum ve Gelecek: Bir Yeniden Kuruluş Çağrısı

Tarım, Toplum ve Gelecek: Bir Yeniden Kuruluş Çağrısı

Devamını Oku
21.08.2025
Aşktan Öte Dertler…

İnsanoğlunun istila ettiği bu yeryüzü, artık sadece coğrafyaların değil, dertlerin de haritası.

Devamını Oku
14.08.2025
Kendine mahkum, aşka ve suça kör

Var olmak için nefes almak yetmez; insan bir yere ait hissetmek ister, bağ kurmak.

Devamını Oku
07.08.2025
Her yaz aynı alevlere uyanmak kader değil!

Dünyanın nefes almayı unuttuğu yıllar…

Devamını Oku
31.07.2025
LGS ve Eğitimin Hal-i Pürmelali, Siyasi Ahlakın Evrildiği Yer ve Bahçeli’nin Temsil Önerisinin Anlattıkları

Bu yıl LGS’de 500 tam puan alan 719 öğrenciyle rekor kırıldı. Geçtiğimiz yıl bu sayı 352’ydi. Sınav zor; ama başarı fazla…

Devamını Oku
24.07.2025
Speed ve Galata: Sistem Hatası Veriyor - Kulenin Tepesinden Bakınca Görünen; Liyakatsizlik

İstanbul’un siluetine yüzyıllardır tanıklık eden Galata Kulesi…

Devamını Oku
17.07.2025
Dev aynasındaki bireyler ve hakikatin yerine geçenler

Dev aynasındaki bireyler ve hakikatin yerine geçenler

Devamını Oku
10.07.2025
Ütopyanın Maskesi, Distopyanın Gölgesi

Bir hayal ve bir kâbus: Ütopya ve distopya. Genellikle “var olmayan dünyalar” diye tanımlanırlar.

Devamını Oku
03.07.2025
İsrail-İran Savaşı Ekseninde Çivisi Çıkan Dünya

İnsanlığın kolektif aklı çöküyor gibi uzunca bir zamandır...

Devamını Oku
19.06.2025
Görmenin ve anlamanın göreceli olduğu bir dünyada hakikati kim belirler?

Batı felsefesi binlerce yıldır görmeyi yüceltir. Duyular arasında en "akıllı", en "ruha yakın" olan hep görme sayılmıştır. Platon, Timaios’ta, “Görüşümüz gerçekten de bize en büyük yararı sağlamıştır,” der. Çünkü ona göre göz, zihnin kapısıdır; ruhun dışarıyı yokladığı bir uzantı.

Devamını Oku
12.06.2025
Kendi Celladına Aşık Olmak: Gücün Büyüsüne Kapılan Toplumlar

Toplumlar bazen göz göre göre karanlığa yürür. Hatta yürümekle kalmaz, o karanlığa âşık olurlar. Tıpkı bazı bireylerin kendine zarar veren ilişkilerde ısrarla kalması gibi.

Devamını Oku
29.05.2025
Dans Vebası: İnsanlığın Ayaklarıyla Çığlık Atışı

1518 yazı. Strasbourg’un taş sokaklarında bir kadın, Frau Troffea, kimseye aldırmadan dans etmeye başladı. Ne müzik vardı ne şenlik. Zaten yüzünde de neşeye dair tek bir iz yoktu.

Devamını Oku
22.05.2025
İstanbul’u imar adaleti kurtaracak (Değiştirilmesi Gereken Boğaziçi İmar Yasası ve Kentsel Dönüşüm)

İstanbul'u imar adaleti kurtacak (DEĞİŞTİRİLMESİ GEREKEN BOĞAZİÇİ İMAR YASASI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM)

Devamını Oku
01.05.2025
Ülkenin Gerçek Beka Sorunu: Umudu Tükenen Toplumlarda Nüfus Kaçınılmaz Olarak Yaşlanır

Ülkenin Gerçek Beka Sorunu: Umudu Tükenen Toplumlarda Nüfus Kaçınılmaz Olarak Yaşlanır

Devamını Oku
24.04.2025
Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı

Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı

Devamını Oku
17.04.2025
Beyin Göçü Savaşları veya Zekânın Büyük Kaçışı: Türkiye Neden Tutamıyor?

Beyin Göçü Savaşları veya Zekânın Büyük Kaçışı: Türkiye Neden Tutamıyor?

Devamını Oku
20.03.2025
Suriye'de Alevi katliamı; göz ardı edilen kan ve gözyaşı ve diğer yaşananlar

Suriye'de Alevi katliamı; göz ardı edilen kan ve gözyaşı ve diğer yaşananlar

Devamını Oku
13.03.2025
Kritik Trump-Zelenski Zirvesinin Perde Arkası: Güç Oyunları, Bir Kez Daha Kürt Açılımı ve Edip Akbayram’ın Ardından…

Kritik Trump-Zelenski Zirvesinin Perde Arkası: Güç Oyunları, Bir Kez Daha Kürt Açılımı ve Edip Akbayram’ın Ardından…

Devamını Oku
06.03.2025
Boşvermişlik Yangınları: Teğmenlerin İhracından Otel Trajedisine Bir Toplumsal Duyarsızlığın Anatomisi

Boşvermişlik Yangınları: Teğmenlerin İhracından Otel Trajedisine Bir Toplumsal Duyarsızlığın Anatomisi

Devamını Oku
06.02.2025
Toplumun Karanlık Kavşakları: Bir mimarın son durak hikâyesi, trafik çilesi ve asfalt üzerinde insanlık cinneti

Toplumun Karanlık Kavşakları: Bir mimarın son durak hikâyesi, trafik çilesi ve asfalt üzerinde insanlık cinneti

Devamını Oku
26.12.2024
Hakikat yorgunu bir toplum: Beyin çürümesi, haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler

Hakikat Yorgunu Bir Toplum: Beyin Çürümesi, Haksızlıklar, Hukuksuzluklar, Adaletsizlikler

Devamını Oku
18.12.2024
Suriye’nin Küllerinden Yükselen Kaos: İnsan Hakları Günü’nde Yeni Haritalar, Yeni Sınavlar

Suriye’nin Küllerinden Yükselen Kaos: İnsan Hakları Günü’nde Yeni Haritalar, Yeni Sınavlar

Devamını Oku
17.12.2024
Suriye’nin küllerinden yükselen kaos: İnsan Hakları Günü’nde yeni haritalar, yeni sınavlar

Suriye’nin küllerinden yükselen kaos: İnsan Hakları Günü’nde yeni haritalar, yeni sınavlar

Devamını Oku
10.12.2024
Machiavelli'nin Gölgesinde Modern Siyasetin Zalim Oyunları; Türkiye’den Suriye’ye

Machiavelli'nin Gölgesinde Modern Siyasetin Zalim Oyunları; Türkiye’den Suriye’ye

Devamını Oku
04.12.2024
Öncesi ve sonrasıyla Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

Öncesi ve sonrasıyla Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

Devamını Oku
26.11.2024
Yalnız değilsiniz: Dost uzanan eller uzak olmasın…

Yalnız değilsiniz: Dost uzanan eller uzak olmasın…

Devamını Oku
20.11.2024
Mülksüz yeni nesil ve İzmir, Selçuk’ta mülksüzlük içinde kaybolan 5 minik can

Mülksüz yeni nesil ve İzmir, Selçuk’ta mülksüzlük içinde kaybolan 5 minik can

Devamını Oku
14.11.2024