Bir ülke, bir iktidar, bir hukuk, bir yargı düşünün ki topluca hareketle bir kimsenin 31 yıl önce aldığı üniversite bitirme diplomasını geçersiz saysın ve iptal etsin. Bu, dünya tarihinin geçmişinde de geleceğinde de asla yaşanmayacak bir olay. Bu olağandışı olaya imza atanların hepsinin künyesinde yazılacak olmasından daha önemli Türkiye’mizin adıyla anılacak olması: Biliyor musunuz Türkiye’de ne oldu...
En geri ve son derece istikrarsız bir Afrika ülkesinde bile yaşanması, akla gelmesi mümkün gözükmüyor.
Hukukun böylesine siyasi araç olarak kullanılması son derece korkutucudur. Yerlisi yabancısı yatırımcısı vb’si ne aptal ne geri zekâlı ne sağır ne ebleh ne de kör. Neden diploma iptal edildiğini hepsi biliyor. Ve kanaati açık: Bu ülkede her şey olabilir!
EN KESTİRME YOL
İktidar, gençliği ile başarısıyla İBB’ye hatta üç kez kazanmasıyla İstanbullu ile en zor koşullarında büyük bir dayanışmaya girmesiyle ve bütünleşmesiyle, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu neredeyse kesin kazanacak bir noktaya gelmesi ile lideri değiştirmek gibi bir “düşünce” ve “eylem suçu” işlediği için İmamoğlu’nu tasfiye etmesinin en kestirme yolunu seçti.
Bu kadar açık ve seçik. Bunun üzerine de İBB’yi yolsuzluk vb. suçlamalarıyla darmadağın etti ve bir casusluk düğümüyle de zindanının kapısına bir kilit daha vurdu.
İmamoğlu iki gün önceki davada büyük bir özgüvenle ben yargılanmak için değil suçlanmak için buradayım deyince akla Emile Zola’nın iktidara ve orduya yazdığı Suçluyorum! ünlü mektubu geldi.
ZOLA DA HAKARETTEN TUTUKLANDI
Ahat Andican, Halk TV’de olayı Dreyfus davasına benzetti (1894).
Orduda parlak bir yüzbaşı olan Dreyfus Almanya için casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanmış ve mahkûm edilmişti. Kanıt ise Alman elçiliğine yazılan “Size Fransa hakkında bilgi vermek istiyorum” diyen el yazısı mektubuydu. Büyükelçilikte Fransa casusu olan bir hademe çöp sepetinde böyle bir mektup bulmuş ve iktidara teslim etmişti. Dreyfus’un el yazısına benzettiler. Yargılandı ve mahkûm oldu.
Bir “benzerlik” dışında başka hiçbir kanıt yoktu. Dreyfus mektubu reddediyordu. Daha sonra mektubu yazanın orduda bir binbaşı olduğu ortaya çıkmasına rağmen Dreyfus yeniden yargılanmış ama yine mahkûm edilmişti.
Emile Zola’nın ünlü mektubu bu büyük haksızlığa büyük bir isyandı ama o da orduya hakaretten hapse mahkûm edilmişti.
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır, deyimimiz, Zola’nın isyanını anlatır. Neyse sonuçta Dreyfus’a sonra madalya takılacaktır...
BİR EL YAZISI BİLE YOK
İmamoğlu’nun davasında ise bir el yazısı bile yok! Hiçbir belge yok. Peki ne var? Alınmış diploması var, yazışmalar var, sınav sonuçları var, rektörlüğün bölümünün vb. imzası var, mezun olmuştur yazısı var. Var oğlu var...
İmamoğlu’na yapılan suçlama da resmi evrakta sahtekârlık yaptığıdır. Yargılama bunun üzerine... Yani uydurulmuş bir iptal üzerine uydurulmuş bir suç.
Ama sahtekârlığın belgesi de yok. Yöneticilere rüşvet mi vermiş, ne yapmış?
İmamoğlu’nun diplomasının iptaline karışanlar başta atanmış YÖK ve atanmış İstanbul Üniversitesi rektörüdür.
SUÇ VARSA, KİM YARGILANMALI?
Eğer bir suç varsa yargılanması gerekenler diplomayı veren ve onaylayan YÖK ve rektörlükken, Ekrem Bey yargılanıyor. Aynı sürede yatay geçiş yapanların da kamuoyunda tartışılması üzerine iptal edilmek zorunda kalındı. Yani 28 kişiyi de sayarsak “demek toplu bir sahtekârlık suçu” işlenmiş oluyordu!!! Valla suç işlemek amacıyla gizli örgüt kurmakla suçlanmamaları, hayret bişi! Bu konuda böylesine örgütler yaratmakla ünlü savcılık bunu nasıl atlamış hayret bişi!
Bu Dreyfus davasını bile gölgede bırakan bir hukuk ve yargı skandalıdır.
Bunun ötesinde, iktidar siyasetinin rakibini devre dışı bırakmak için elindeki tüm araçları tepeden aşağı kullanmaya kalkışması ise skandalın da skandalıdır.