Nasıl da Çözdük

25 Nisan 2014 Cuma

Zamanıdır, zamanın ruhuna uygun olduğu söylense de ABD Kongresi’nin zamanlamasına daha uygun olduğu kuşku götürmez. Gerçekten zamanın ruhuna uygun olsaydı uzun sürdü bu zaman, ama yine de uygundur” diyecek, bir içtenlik, samimiyet yoklamasına girişmeyecektik.
Şimdi ama bakmak, görmek, “a sahi mi” diye sormak durumundayız.

***

Kayıp Zamanın İzinde” koşarken vakit bulabilseydim insanları mekânda kapladıkları kısıtlı yere karşılık, zaman içinde çok büyük, ölçüsüzce uzatılmış bir yer kaplayan varlıklar olarak tasvir edecektim” diyen Marcel Proust, “çünkü” der, “insanlar yıllara dalmış devler misali, yaşamış oldukları sayısız günden oluşan, birbirinden uzak günlerin hepsine aynı anda değerler.”
Biz de kimi zaman “hilkat garibesine benzesek” de o insanlardanız.
Savaşlarda büyük bir şehvetle kapışır, politikayı kazanç kapılarının anahtarı olarak kullanmayı pekâlâ becerir, lanetlemede şampiyonluğu kimselere bırakmayız.
Çevre diye bir şey umurumuzda olmaz aslında, ama zaman içinde bir kâr kapısına dönüşmüşse bizden daha iyi bir çevreci bulamazsınız. Milyonlarca ağacı kesip biçip, fidanlığı orman diye yutturmanın cahil cingözlüğüyle “işte şu kadar fidan diktik, daha fazlasını diktik” diye övünen biz değil miyiz?

***

Konuyu dağıtmayalım; nihayet pek manidar bir zamanlamayla Başbakan, Ermeni kırımı, tehciri, felaketi ve artık bu konuda daha özgürce” konuşma izni verildiğine göre, soykırımı, hangisini tercih ederseniz ve ama lütfen Taksim’de olmasın, konuşabilir miyiz artık?
Biz zaten konuşuyoruz da, “zamanın ruhu”na taktım ben.
İşte bugün eminim ki pek çok köşede buradan bir şey çıkartabilir miyiz, buradan bir umut yaratabilir miyiz” diye kaydedildiğini, not edildiğini göreceksiniz o satırların; ben de aktarayım da diplomatik bir metnin içine giriveren o cümlelerde yalan mı var, sahte bir gülücük mü var, kendiniz bakarsınız artık. Şöyle yazmış her kimse kalemi kuvvetli diplomat: “Zamanın ruhu, anlaşmazlıklara rağmen konuşabilmeyi; karşıdakini dinleyerek anlamaya çalışmayı; uzlaşı yolları arayışlarını değerlendirmeyi; nefreti ayıplayıp saygı ve hoşgörüyü yüceltmeyi gerektirmektedir.”

***

Şimdi aklı başında yazarlarımız, fikir adamlarımız bunda büyük bir feraset, büyük bir umut, büyük bir devlet adamlığı görebilir ve ama bir kısmı da münafıklıkta ısrarla “iyi de nerede bu saygı, hani uzlaşı, nerede anlama çabası, hiç uğramaz mı Gezi Parkı’na, Taksim’e” diye burun kıvırırlar. Kıvırsınlar, onlar büyük dış politika âlimlerimizin “derin stratejistlerimizin” kavradığı zamanın ruhunun dışında kişilerdir; işleri, güçleri birbirinden ayırmayı bilmezler; zaten şimdi de cumhurun başvekâleti ile Çankaya’sının iki mümtaz devlet adamı arasında nasıl konuşulması gerektiğini de anlamaktan uzak olduklarını “felaket senaryoları” yazarak belli etmiyorlar mı, etmediler mi? Ettiler mirim.

***

Zamanın ruhunun dışına düşmüş kişilerdir onlar. Zaman deyince şu yaşadığımız günleri, günlerimizin ihtiyaçlarını, gereksinimlerini anlamaktan ne kadar uzak olduklarını da göstermiyorlar mı? Zamanın ruhuysa ruhu işte; tam zamanıdır dar bölgenin, daraltılmış bölgenin, çoğunluğu bir şekilde yansıtıp aynalardan...
Ermeni meselesi mi? Ama biz işte onu daha dün büyük bir yüce gönüllülükle, âlicenaplıkla yani, halletmedik mi; zamanın ruhuysa ruhu...
Ama “insanlar,
yıllara dalmış devler misali, yaşamış oldukları, sayısız günden oluşan birbirinden uzak dönemlerin hepsine aynı anda değerler” mi?
Ne diyor bu şaşkın şımarık Allah aşkına. Proust da kim yahu...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları