Adana Usulü Kahvaltı

05 Nisan 2015 Pazar

Sevgili okurlarım, az önce Adana’ya ayak bastım. Adana’da bu yıl üçüncüsü yapılan Adana - Portakal Çiçeği Karnavalı’na davetliyim. Ancak henüz ne portakal çiçeğinin kokusu başımı döndürdü ne de tüm Adanalıların katıldığı, çok şenlikli olacağını düşündüğüm yürüyüş başladı. Ben de öyleyse “Adana’nın en sevdiğim özelliklerinden birini, Adana usulü kahvaltıyı anlatmakla işe başlayayım” dedim. Karnaval için biraz bekleyeceksiniz.
Efendim bendeniz her yıl eylül ayını iple çekerim. Çünkü benim için eylül ayı “Adana Cumhuriyeti” günleridir. Şöyle: Uluslararası Altın Koza Film Festivali eylül ayında yapılır ve ben eylül ayında yıllardır sürdürdüğüm, Altın Koza Film Atölyesi’nin şenlikli havasına dahil olurum.
Atölyemizde her yaştan, her kesimden coşkulu bir kalabalık olur ve bir hafta boyunca film yapımı tartışılır, senaryolar havada uçar ve biz son gün hep birlikte oluşturduğumuz bir senaryoyu Adana sokaklarında hayata geçiririz. İşte o günlerden birindeyiz, bir belgesel çekmeye karar veriyoruz, belgeselimiz Adana Usulü Kahvaltı.
Ol hikâye şöyledir: Adana, Hititler yıkıldıktan sonra Anadolu coğrafyasının pek çok yerinde yeniden kurulan Geç Hitit devletlerinden birinin başkentidir. Sevgili ve rahmetli Halet Çambel hocamızın emekleriyle, baraj suları altında kalmaktan kurtulan Aslanlı Tepe, Adana’ya kırk beş dakika mesafededir ve orada bulunan Hitit kabartmaları, Hititlerin gündelik hayatları hakkında çok önemli bilgiler içerir. Örneğin Hititler yemeğe içmeye çok meraklılardır ve acayip biracıdırlar.
Eh ecdat yemeğe içmeye meraklı olur da, aşağı yukarı aynı genleri taşıyan Adanalılar olmaz mı? Tamam, geliyoruz Adana usulü kahvaltıya. Günlerden pazar, bizim çekim grubu, ellerinde kameralar Adana sokaklarında ilerliyoruz ve Büyük Saat’in orada duruyoruz. Burası eski Adana, hafta içi her çeşit dükkânın var olduğu, kalabalıktan geçilmeyen sokaklar pazar günü aşırı tenha. Tüm dükkânların kepenkleri kapalı; ama o da ne! Merkeze doğru ilerlediğimizde sıra sıra dizilmiş seyyar ciğercilerden yükselen dumanlar gözümüzü yaşartıyor. İlerliyoruz, ciğercilerin bulunduğu yere açılan sokaklar masalarla dolu, masaların üstünde beyaz kâğıt örtüler… Hayat henüz başlıyor, ciğerciler ilk şişleri ateşe sürmüşler. Çekim ekibi olarak bir masaya konuşlanıyoruz ve bekliyoruz.
Az sonra müşteriler gelmeye başlıyor. Kalabalık bir grup genç, yakınımızdaki bir masayı kuşatıyor. Hallerinden bu bölgenin esnafı oldukları belli. Ciğercilere adlarıyla hitap ediyorlar ve siparişlerini veriyorlar. Bizim film ekibi de artık ayaklanıyor, oturarak film çekilmez. Bu arada yan masada gençlerden biri bir büyük rakı çıkarıyor. Yanlarında getirdikleri plastik bardaklara rakı kardeş payı yapılıyor. Bu arada bizim masada da oturanlar var: Danışmanlar grubu. Ciğer sipariş etmişiz, siparişlerimizi getiren ciğer ustası usulca yanıma yaklaşıp soruyor:
“Rakınız var mı?”
İşbaşındayız, rakıyı sonraya bırakmaya karar veriyoruz. O sırada bir karıkoca yanlarında altı - yedi yaşlarında bir Adana delikanlısı; sokağa girip masalardan birine oturuyorlar. Koca, yanlarında getirdiği bir küçük rakıyı masaya koyup siparişlerini söylüyor. Az sonra karıkoca kadeh tokuşturacaklar ve delikanlıya da meyve suyu içmek kalacak. Rakı için biraz büyümesi gerekiyor.
Masalar arasında dolaşan kameraman ve çekim ekibi her masaya davet ediliyor. “Gözünün yağını yiyeyim, bir kadeh iç!” Kameraman ısrarlı, davetleri kırmadan geçiştirmeye çalışıyor.
Gün ilerliyor, saat dokuz (sabah) oldu. Masalar kadınlı erkekli gruplarca tıka basa dolu. Bize rehberlik eden dostlardan biri, “Bu sabah kahvaltısı bize Hititlerden miras, diyor. Hititler de biraya sabahtan başlarlarmış.” Masamıza gelen ciğerler nefis, sabah sabah ciğer yenilir mi demeyin, gidin Adana’ya, oturun masaya, bakalım yemeden durabiliyor musunuz?
Çekim ekibi işini bitirmiş masaya dönüyor. Kameraman dostumuz öyle çok rakı teklifi reddetmiş ki daha masaya oturur oturmaz “Bizim rakılar nerede?” diyor. Ciğerciler halden anlayan insanlar, masamıza bir büyük geliveriyor.
Not : Dostlarım söz aramızda, karnaval sevinci bile geçen haftanın yüreğimde bıraktığı acı tortusunu silemiyor. Bir 68’li olarak sanki yakın tarihimizi yeniden yaşıyorum. Bilmiyorum bu acılar bitecek mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları