Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Cüneyt Abim...
Bir insan bu kadar mı iyi olabilirdi?.. Onu çok, pek çok sevdim ben. Altmışlı yılların başlarında bir filmde buluştuk ikimiz. O, filmin jönü, ben kötü adamı. At üstündeyim. Beni tüfekle vuruyor. Ölüp düşeceğim attan. Bir türlü ölemiyorum ve bir türlü düşemiyorum. Bir, iki, üç, dört tekrar... Olmuyor. Ölemiyorum. Yönetmen Süreyya Duru dayanamadı: “Yahu Müjdatçığım hayatında hiç mi ölmedin?” dedi. Ben de: “Abi hayatımda hiç ölmedim” dedim. Gülüştük durduk. Cüneyt Abi, o işlerin ustasıydı. Bana nasıl vurulmam gerektiğini ve attan nasıl düşeceğimi öğretti. Çektik filmi, oldu. Yıllar geçti. Onu üç oyunumda oynattım. Tiyatroya âşık oldu, “Neden beni daha önce bu işle tanıştırmadın?” dedi. Hayatımda bu kadar çok alkış alan birini hiç görmedim. İlk oyunun perde arasında odasına girdim:
“Abi bundan sonraki oyunlarımda yoksun” dedim. “Neden?” dedi. “Çünkü benden fazla alkış alıyorsun” dedim. Sarıldık birbirimize ve bir daha hiç ayrılmadık. Üç oyunumda oynadı. Yine aldı alkışlarını. Her hafta en az bir iki kez telefonlaşırdık. Üç gün önce Betül telefon etti: “Zor nefes alıyor” dedi. Hemen aile doktorum Gündüz’ü evine yolladım. Telefonla konuştum abimle: “Nefesim iyi değil ya” dedi. Koahtı. Bir alet vardı oksijen veren. O alet getirildi eve. Doktor Gündüz Yavuzer telefonda bana: “Pek iyi görmedim” dedi... Gece yarısı uyanmış ve kalbi durmuş. Doktorlar çok çaba göstermişler ama abimi geri döndürememişler. Onu o kadar özleyeceğim ki... Hep güzel günlerimiz oldu birlikte. Aile dostum canım ciğerim, Betül’ün canı ciğeri, evlatlarının can babasıydı. Bizim tiyatroda sevmeyeni yoktu. Bütün kadrom telefonla arayıp ağlıyorlar. Ben de ağlıyorum. Çok ağlıyorum. Onu Zincirlikuyu’daki yerine götürdük. Artık nefes almaya ihtiyacı yok. Aslanlar gibi adam bize veda etti ve gitti. Bu dünyadan bir Fahrettin Cüreklibatır geçti. İz bıraktı çok. Bir gözüm de yaş var onu kaybettim diye, diğer gözümde mutluluk var onu yakından tanıdım diye... Rahat uyu abim. Nasıl olsa bir gün yeni bir filmde veya oyunda oynayalım. Sen jön ol, ben bön olayım. Finalde el ele çıkıp seyircimizi selamlayalım. Bu tarafta olması şart değil abim.
‘GOEBBELS METODU’
Bu lafı ben icat ettim... Sonradan oturdu dilimize. Adamın adının içinde bir de “E” harfi vardır ama ben onu yazmıyorum. Kafa karışıklığına yol açmasın. Bu zat, Hitler’in propaganda bakanıydı. Eski, başarısız bir gazeteci. Gel gelelim Hitler’le fikirleri aynı paralelde. Birlikte yalanlar üretip, Almanları ve dünyayı kandırma konusunda bir süre başarılı oluyorlar. Ama gerçektir çıplak dolaşan. Yalanın ömrü kısa olur. Bunların yalanları da bir süre sonra fos çıkmaya başlayınca ve Hitler bitince Goebbels metodu da bitmiş ve gitmiş oldu. “Bir yalanı ne kadar büyük söylersen ve ne kadar çok ve sık tekrarlarsan o kadar inandırıcı olur.” İleri zekâlı bu düşünce 1940’ların içinde çürüdü gitti. Artık günümüzde çocuklar bile bu yalanları yutmuyor. Kurnazlıkla akıllılık arasındaki, ince farkı kavrıyor insanlar. Saplantılı bir kesim böyle algılamasa da, özellikle gençler bu gibi yalanları yemiyorlar... Herkesi aptal, bir tek kendini akıllı sanan zihniyet, artık çürümüş gitmiştir. “Koalisyonlar kötüdür” fikrini yaymaya çalışanlar, önlerine baktıklarında bizim sistemimizde her ne kadar tek adamla yönetim var ise de kapalı koalisyon yok mudur?
KAPI
Kapı aralıktı. Bir iki kez tıklattım. İçeriden ses gelmeyince, kapıyı biraz iteleyerek içeri girdim. Belki kapının gıcırtısından evdekiler sesi duyunca ilgilenirler diye düşündüm. Ses seda yoktu. Etrafa bakındım. Eğri büğrü raflar kitaplarla doluydu. Aralarında biblolar vardı bazı rafların. Az arası geçti. Aralık kapıdan saçı sakalı bembeyaz olmuş biri girdi. “Beni mi aradınız” diye sordu. “Uzun zamandır” dedim. “Buralardayım” dedi. “Sizi çok özledik, ne zaman geleceksiniz tam anlamıyla” diye sordum. “O size bağlı” diye yanıtladı beni... “Artık size çok gereksinimimiz var, bir an önce gelmeniz gerekiyor” dedim. Son derece olgun bir duruşu vardı. “Size bir itirafta bulunayım. Galiba yavaş yavaş ben de demode oluyorum, belki yüz yıl sonra beni yazanlar, ‘Bir zamanlar böyle bayat bir sistem de varmış’ diyecekler” dedi. “Olur mu öyle şey bir süredir yoksunuz ve biz bu yokluğu iliklerimize kadar yaşadık” dedim. Gülümsedi. “Lütfen artık geri gelin” dedim. “Bunun benimle bir ilgisi yok. Bunu siz yapacaksınız” dedi. “Yapacağız. Bu defa başaracağız” dedim. Girdiği aralık kapıdan çıktı gitti. “Adınız” diye seslendim, “Demokrasi deyin, yeter” dedi.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği