Olaylar Ve Görüşler

‘Kitapta yazdığı gibi anlatmayın’ - Ülker İNCE

02 Temmuz 2022 Cumartesi

Biliyorsunuz, televizyon programcıları genelde enflasyon, dış ticaret açığı, döviz rezervi falan gibi teknik konularda bir uzmana bağlanıp ondan görüş alıyor. Genelde uzmana, “Bize bu konuyu herkesin anlayacağı bir dille anlatır mısın, lütfen” dediklerini de hatırlarsınız. Yani “Kitapta yazdığı gibi anlatmayın” diyorlar.

SÖZÜN TAZESİ

Siz domates alırken, çok ellenmiş, hatta yarı gevşemişleri mi seçersiniz, yoksa en tazelerini, diri ve parlak olanlarını mı?

İşte böyle sözün diri ve tazesi de vardır, çok ellenmiş, pörsümüşü de vardır. Bin kez tekrarlanmış sözler gevşer, hatta “boş laf”a dönüşür.  

Eğitim yıllarında, bazı derslerde öğrencilere belli bir içeriği “kendi sözcükleriyle” anlattırmak gibi bir alıştırma yaptırıldığını hatırlarım. Bir konuyu öğrenmek biraz da budur. Kitaptaki gibi anlatmaya “ezbercilik” denir çünkü. Bizim eğitimimizin sakatlığı olarak anılan “ezbercilik” tam da budur işte. Bilgiyi kendinin yapamamak, yeni durumlara uygulayamamak, çoğaltamamak. O zaman bilginin yalnızca hamallığını yaparsınız, kitapta nasıl yazıyorsa bilgileri öyle, oradaki sözcüklerle tekrarlar, başka sözcüklerle söylemeyi ya da hangi başka sözcüklerle söyleyeceğinizi bilemezsiniz.   

Bütün bunları bana Bilsay Kuruç’un Cumhuriyet’te on beş günde bir yazdığı yazılar ilham etti. 

Gazetedeki yazılarını ilk okumaya başladığımda, okumaktan tat aldığımı fark ettim. Yazılara biraz dikkatli bakınca sırrını anladım. Kuruç anlatmak istediği konuyu, pek ellenmemiş, taze sözcüklerle anlatıyor. Bakın örneğin “enflasyon” için ne demiş: “Enflasyon bütün fiyatların birlikte ve farklı hızlarla koşusudur. (...) En arkada kalan da en öndeki kadar hızlı koşmak ister. Koşamayıp yürümeye çalışan ücretlerdir. Emeğin ‘fiyatı’dır. Koşu boyunca emeğin gelirinden, varsa varlığından, kârlara sürekli kaynak aktarılır. Emeğin gücü zayıflar, kârlar katlanarak artar. Bunu yaşıyoruz.”

Görüyorsunuz “herkesin anlayacağı gibi anlatma”nın ne olduğunu. Ama herkesin anlayacağı gibi anlatmanın “basitleştirmek” olmadığını hemen söylemek gerekiyor. Bilim basitliğe gelmez, doğru sözcüğün “sadeleştirmek” olması gerektiğini Kuruç’tan öğreniyorum.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın korkunç enflasyon serüvenini anlatan Kuruç, kendisine sorduğu “Bunları bugünün Türkiyesi için mi yazıyorum” sorusuna şu yanıtı veriyor: “‘Tarihin sunduğu zamanlar’ birbirinden farklıdır. İçinde daima farklı ve benzer elemanlar taşır. İktisatçı ise sadeleştirmek ister. Sadeleştirebilirse işin karmaşık boyutlarını da keşfedecektir.” 

İÇERMELER

Karmaşıklığı anlayabilmek için bilgiyi sadeleştirebilmek!  Sadeleştirmeyi öyle büyük bir ustalıkla beceriyor ki Kuruç. Şu kısacık ve sade cümleye bakın: “Ortaçağ 20. yüzyıl karşısında serttir.” Ortaçağ sözcüğünün az çok eğitimli insanlardaki ilk çağrışımlarını -dinin tartışılmaz iktidarını, bilime soluk aldırmamasını, insan hayatına hiç değer vermeyişini falan- hatırlayın ve bunları 20. yüzyılın çağrışımlarının -hukuk devleti, insan hakları, özgürlük, kardeşlik, emeğe saygı gibi ülkülerin- yanına koyun. Yan yana koyduğunuz bu çağrışımlardan, sözcüklerin içermelerinden neler çıkıyor bakın: Ortaçağdan kurtulmadan 20. yüzyıla geçemezsiniz, 20. yüzyılın nimetlerinden, insana tanıdığı haklardan yararlanamazsınız. Asıl önemlisi de ortaçağdan kurtulmak kolay değildir. Kurtulmanıza izin vermemek, saltanatını sürdürmek için ortaçağ her şeyi yapar, çok “serttir”. 

Hatta belki içermeler yalnızca bunlarla da sınırlı değildir. “Ortaçağı kızdırmayalım, suyuna gidelim ama bu arada 20. yüzyıla atlayalım” diyerek ortaçağın “rızasının” alınması gerektiğini savunanların bu önerilerini kuşkuyla karşılarsınız. Ortaçağın rızasını kim alabilmiş ki siz alacaksınız?   

Bunların hiçbirini söylemiyor elbette Kuruç, ama o kısacık cümlenin içinde hepsi var.

ÜLKER İNCE



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları