Olaylar Ve Görüşler

Sığınmacı akınları ülkemizin beka sorunudur - Av. Dr. Mehmet Ruşen GÜLTEKİN

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Günlerden 12 Temmuz 2021. Yer: Gebze, Pelitli. 17 yaşındaki gencecik A.A., ülkemize kaçak yollardan giren yüzbinlerce yabancı uyruklu kişiden biri olan Afgan uyruklu bir kişi tarafından takip edildi. Daha sonrasında bu Afgan kaçkın, genç kıza tecavüz etmek için saldırdı. Fakat genç kız direndi. Bu kaçkın, kızın direncini kırmak için başını taşla ezdi. Bu olaydan yaklaşık 15 gün sonra 27 Temmuz 2021, genç kız makineye bağlandı. Şu an ben bu satırları yazarken o, yaşam mücadelesi veriyor. 

Türkiye’de bir kavram karmaşası var. Hukukçular dahil kimse mülteci, göçmen, sığınmacı veya geçici koruma altında olan kişi terimlerini doğru olarak kullanmıyor. Mesela Suriye’den gelenler “geçici koruma” statüsünde kabul edilmektedir. Türkiye mülteci kavramını sadece Batı ülkelerinden gelenler için kabul ediyor. Mülteci dediğimiz kişi kendi ülkesinde tehlike altında olduğundan, başka bir deyişle zaruri olarak bulunduğundan sığınmış olduğu ülkeye zarar vermez. 1933-1945 yılları arasında nasyonal sosyalizm tehdidi altındaki yüzlerce Yahudi kökenli sığınmacının Almanya’dan Türkiye’ye gelmesi örnek verilebilir. Bu sığınmacılar Türkiye’ye geldiklerinde birçok fakültenin kurulmasına yardım ettiler. Bizim dilimizi öğrendiler. Bizim toplumumuza uyum sağladılar. İşte bahsedilmek istenen de budur. Bir mülteci o ülkenin kalkınmasına yardımcı olur. Ancak geçici koruma altındaki kişiler ve mülteciler bayram tatillerinde kaçmış oldukları ülkelerine dönüp bayramlarını geçiremezler. Eğer o ülkeye dönebiliyorlarsa o zaman koruma altına almanın bir mantığı yoktur. Çünkü hayati tehlikeleri bulunmamaktadır. Bu sebeple ilgili ülke tarafından bu statüleri iptal edilir. Örneğin geçen Kurban Bayramı’nda Almanya’da bulunan Suriye uyrukluların bazıları ülkelerine gitti ve bayram sonunda Almanya’ya geri döndü. Ancak Almanya bir hukuk devleti olduğu için bu kişileri havalimanında belirledi ve “Eğer ülkene dönebiliyorsan hayati tehliken yok demektir” diyerek bu kişileri sınır dışı etti. Biz on yıldır bu konuyu dile getirmemize rağmen Göç İdaresi kuralı uygulamıyor. Bu da aslında bizim gerçekten bir göç politikamızın olmadığına işaret ediyor. Zaten asıl eleştirilmesi gereken de mülteci veya düzensiz göçmenler değil bu noktadaki ülkenin politikaları. 

Yine Almanya örneğinden devam edersek Türkiye’den sonra ülkesinde en fazla sığınmacı misafir eden ülke Almanya’dır. Gelin sizinle Almanya’daki sığınmacıların durumlarına bir göz atalım. Almanya, sığınmacıları ülkelerine kabul ederken bir inceleme yaptı. Gerçekten ülkesinde o sığınmacı için bir yaşam imkânı sağlayıp sağlayamayacağını irdeledi. Dişlerinden tutun adli sicil kayıtlarına kadar inceledi ve kayıt altına aldı. Bununla da yetinmedi. Ülkenin kurallarına entegre olabilmeleri ve topluma uyum sağlamaları için dil eğitimi gibi bir sürü eğitim verdi. Fakat biz ne ülkemize sığınmacı kabul ederken bir inceleme yaptık ne de bu sığınmacıların ülkemize uyum sürecinde başarılı bir eğitim verdik. Korkarım bugün olayların çıktığı gettolaşan mahallelerin sebebi de bu. 

Türkiye’de geçici koruma altında, kayıtlı, sadece Suriyeli 3 milyon 690 bin 896 kişi bulunmaktadır. Bakın sadece Suriyeli sayısı bu ve bu sayı ülkede kayıtlı olarak bulunan kişi sayısı. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş, katıldığı bir TV programında Suriyeliler için “Böyle giderse şu anda belli ilçelerimizde belediye başkanlığına aday olsalar rahatça kazanırlar” demişti. Kilis gibi illerde de geçici koruma altındakilerin sayısı Türk vatandaşı sayısını geçmiş durumda. Bu durum bir göç mühendisliği ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Çünkü böylece ülkemizin demografik yapısı değişmektedir. 

YAKIN TEHDİT

Amerikan siyaset bilimci Kelly M. Greenhill, “Bir Savaş Silahı Olarak Stratejik Göç Mühendisliği” başlıklı kitabında, “Stratejik göç mühendisliği deyimi, devletler ya da dış aktörler tarafından belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da kapsamının değiştirilmesini sağlayan araçlarla, askeri ya da siyasal amaçlar dahilinde kasten yaratılmış iç ve dış göçleri ifade eder. Mühendislik eseri göçleri yaratan araçlar, kazanç vaadinden finansal teşviklere hatta kapalı olan sınırların açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılmasına uzanan geniş bir skalaya yayılır” der. (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-g-kirikkanat/libos-nedir-kime-denir-1860547)

 Zamanın lümpenlerinin uzaktan uzaktan baktıkları problem, şimdi ise sokaklarının diplerinde, belki de karşı komşularında. Fakat bilinmelidir ki bu durum bizim ülkemizin kuruluş felsefesi olan ulus devlet anlayışının temeline dinamit koymaktır. ABD’nin Soğuk Savaş sonrasında ulus devletlerin yıkılması hedefi de gözden uzak tutulmamalıdır. Eğer hızla göç politikamızı değiştirmezsek Atatürk’ün en güzel sözlerinden biri olan “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözündeki Türk, günümüzde ülkemizin demografik yapısının değişmesi ile “Türkiyeli”ye dönebilir. Bunun izleri bazı basın yayın organlarında dikkati çekmeye başlayan “Türkiyeli” kavramından da anlaşılmaktadır. Bugün ülkemizde İngiliz’e İngiliz demek mümkünken Türk’e Türk demek neredeyse suç haline gelmiştir. 

Tam şu anda da yakın bir tehditle karşı karşıyayız. Dün Cumhurbaşkanı, “İran üzerinden gelen bir Afgan göçmen dalgası ile karşı karşıyayız” diyerek 10 yıl önce Suriye’den gelen dalganın daha ağır bir örneği ile karşılaştığımızı belirtmiştir. Bu sorunu ise geçmişte yaptığımız hataları tekrar ederek aşamayız. Bir göç politikası belirleyerek emperyalizm aparatı olan “göç mühendisliği” oyununu bozmak zorundayız. 

Bizim geçmişteki göç politikalarımız yüzünden 12 Temmuz’da bir genç kızımızın kafası taşla ezildi. O şimdi yaşam mücadelesi verirken bizim artık ders almamız lazım. Bu olay küçük bir olay olmaktan çıkmıştır. Bu artık bir beka sorunudur.

AV. DR. MEHMET RUŞEN GÜLTEKİN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları