Öner Yağcı

Kadınların savaşımı

09 Mart 2024 Cumartesi

Dün, varlığıyla, bedeniyle, kimliğiyle, bilinciyle, emeğiyle var olan kadınların günüydü.

Eşitliğin, özgürlüğün, ezilmenin, sömürülmenin ne olduğunu, kadınların daha az eşit, özgür, daha çok ezilen, sömürülen olduğunu, insanlık tarihinde dinsel, ırksal, sınıfsal ayrımların yanında cinsel ayrımcılık sorununun da olduğunu, erkeğin kadına baskısının sürdüğünü öğrendikçe sorular sorarız:

Kadın sorunu mu var, nedir? Ne zamandan beri? Kadınlar niçin ezilmişler, hor görülmüşler? Nasıl sürmüş bu büyük yanlış gidiş? Bu yanlışa karşı gelinmemiş mi? Karşı gelenler hep yenilmiş mi? Ne zamana kadar sürecek daha az eşit, özgür, daha çok ezilen, sömürülen olması kadınların? Sorun insanlıkta, erkekte, kadında, sınıflarda, dinlerde, ırklarda mı?...

Tarih boyunca bu gibi soruların yanıtlarını aramaya çalıştı insanlık.

Kökü derinde

İnsanlar arasındaki eşitsizlikler toplumsal yaşamın başından beri var:

Ezilen-ezen, sömürülen-sömüren, yoksul-zengin, köle-efendi, işçi-patron, kadın-erkek ayrımı...

Kadın sorunu, insanlaşma ile ilgili, toplumsal, siyasal bir sorun, bir yaşam biçimi anlayışı...

Kadını “Âdem’i baştan çıkaran yılan”, “şeytan”, “acıların nedeni” olarak görüp aşağılayan görüşlerin kökleri tarihin derinliklerine uzanır.

Bazı toplumlarda yaşamı anlamlandıran kutsal varlık, sadakatın, sevginin simgesi olarak yer alsa da genellikle kötülüğün kaynağı, güvensizliğin, çaresizliğin, aldatmanın simgesi olarak gösterilen, “saçı uzun, aklı kısa” denilen kadın, hep arka planda olmasına karşın tarih boyunca kurtuluş arayışındaydı.

İnsanlaşmanın başladığı dönemlerdeki eşitlikle yaşanan bin yıllardan sonra lanetlenen, şeytanlaştırılan, cadılaştırılan, fahişeleştirilen, cariyeleştirilen, köleleştirilen, dövülen, sövülen, öldürülen kadınlar hep kurtuluş aradı.

Kadınların savaşımı

Eşitsizlik konumuna düşürülmesi Âdem-Havva öykülerine kadar uzanan kadının olduğu yerde, yaşamı değiştirme isteği, umudu, savaşımı vardır.

Anaerkil dönemlerden sonra, kölecilikle belleri kırıldı, feodal boyundurukta kahredildi, radikali, sosyalisti, liberali, feministi ile bir ışık olan Fransız Devrimi’nden sonra kadınlar, Simone de Beavoir’nın “Kadınların kanatlarını kesiyor, sonra da uçamıyorlar diye yakınıyoruz” sözüyle simgeleşen özne olma mücadelesini sürdürdü:

“Kurtulmak yok tek başına! Ya hep beraber ya hiçbirimiz!”

Tevfik Fikret uyarmıştı: “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.”

Bağnazlığın her zaman kadının bağımlılığını istediğini iyi bilen, “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara verdiği değerin yurdumuzdaki kadın savaşımını yükseltmesi onurlu gerçekliğimiz oldu:

“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?...”

Özne olma savaşımı

21. yüzyılda insanlığın yarısını oluşturan kadınları, evin kölesi, görevi yemek yapmak, çocuk bakmak, erkeğe emanet edilen insan yarısı olarak gören anlayış hâlâ egemen.

Emperyalizm ve gericilik, kadının eşitliğe, “kadın bilinci”ne ulaşmasını engellemek için onu eğitimden yoksun kılmak istiyor.

Kadının evine kapanmasını, bunun dinsel gereklere uygunluğunu savunuyor.

“İnsanlık tarihi göstermiştir ki kadın denilen yüce varlık, erkek denilen yaratığı ‘hayvanlıktan’ uzaklaştırıp ‘uygarlaştırabilen’ tek iksirdir. Bu bilimsel gerçeği bir türlü keşfedemediği içindir ki şeriatçı zihniyet ilkeldir” diyor Prof. Dr. İlhan Arsel.

Günümüzde kadınlar, hâlâ koklanıp atılan bir çiçek (nesne) olmaktan çıkma savaşımı veriyor.


8 Mart kutlu olsun.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Edebiyat direniştir 27 Nisan 2024
Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları