Veysel Ulusoy

Can yakan alternatifsizlik: Tasarrufumu nereye yönlendireyim?

19 Temmuz 2020 Pazar

Ekonomiyi değer açısından yönlendiren dört gelir faktörü var: Bunlar emeğin, girişimciliğin, paranın ve arazinin değerlerinin karşılığı olan ücret, kâr, faiz ve kiradır.

Anlıyorum hızlı ve keskin bir giriş oldu yazıya… Ama bir gerçek var ki o da bu değerlerde bir dağınıklık, bir bozukluk olduğu zaman toparlamanın güçlüğünü vurgulamak istedim. Son dönemin kanımca yaşanan büyük ekonomik sorunların yansımasını da bu dağınıklıkta görüyoruz ekonomimizde.

Nasıl mı?

Açıklayalım...

Koronavirüs salgınında belki de hiçbir ekonomide gerçekleşmeyen, düşen bir işsizlik oranı ile karşılaştık. Yüzde 13’lerde seyreden oranlar onun altına da indi... İnmekle de kalmadı, aynı anda istihdamdaki azalma da son bir yılda 2.5 milyondan fazla gerçekleşti. Üstüne üstlük çalışma çağında bir milyonu aşkın fazla nüfusa rağmen işsizliğin sayı olarak da azaldığını gözlemledik. Tüm bu garip ekonomik davranışlar karşımıza bir de ücretsiz izin olgusunu Haziran 2021 yılına kadar yaşayabileceğimiz gerçeğini getirdi.

Peki, ya ücretler?

Bu ücretsiz izin ile sıkı bağı olan kısa çalışma ödeneği diye bir ürün ortaya çıktı. Hükümet firmalara ekonomi düzelene kadar çalışanlarınızı izne çıkarabilirsiniz diye gümüş tepside bir fırsat verdi. Tepsi içinde esas olarak işten atmanın ve işe almanın maliyetini sıfırlama ve aslında devletin işsiz kalanlara ödemesi gereken daha yüksek ücret maliyetinin önüne geçilmesi yaklaşımı var. Diğer bir ifade ile hem hükümetin harcama yükünün hem de işyeri sahibinin maliyetinin azaldığı ama çalışanın üzerine binmiş bir toplumsal maliyet ile karşı karşıya kaldığımızı vurgulamak gerekiyor.

Nasıl bir toplumsal maliyet bu?

Ücretler genel seviyesinin düştüğü, işgücü mobilitesini sıfırlayarak, çalışanı düşük gelirle daraltılmış coğrafik alana sıkıştıran, alım gücünü denetlenmiş enflasyon verileri ile hayatta kalma güdüsüne yönlendiren ve işsiz kalma korkusunu tabana yayıp geleceğimizin refahını şimdiden yok eden verimsizliğe mahkûm eden bir maliyet...

Kâr ne durumda?

Son birkaç yılda hem sanayi hem de diğer sektörlerde sıfır büyüme veya küçülme gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu süreçte, kriz ve krizlerin etkisini saklamak için yasaklanmış veya ertelenmiş iflas kıskacındaki firmaların hayatta kalmasını sağlamayı amaçlayan politikaların (!) bir fayda getirmediğini hep beraber gördük, analiz ettik.

Çalışanların olduğu gibi çalıştıranların da gelir-kâr (talep-arz) kıskacında boğulduğu şu dönemde, yapay bazı masa üstü yöntemlerle sorunları ertelemenin toplumsal fırsat maliyetini çok yükselttiğini belirtmek gerekiyor. Doğal olarak, çalışamayan bir fabrika, bir işletmenin eski kapasitesini kullanabilmesini beklemek hayal olabilir ama ücret-kâr dengesinde oyunun tüm kurallarını da sermaye lehine kullanmak belirtilen dengesizlikleri daha da artırır. Özellikle de 30 milyona yakın çalışanın olduğu ekonomimizde istihdam yaratamama ve krizin birleşmesi ile bunun 25.5’lere kadar düşmesi bu artışı daha da yukarılara taşımakta...

Kira maliyeti-getirisi ne durumda?

Arazinin piyasa değerini gösteren kirada da durum ortada... Tarımın yıllardan beri geri planda tutulması, ayağı yere basan bir tarım politikasından öte, belirli tarım sanayii gruplarının yönlendirmesi ile uygulanan kısa ömürlü, yüksek getirili hamleler çiftçiyi ve özellikle de yetiştirilmesi gereken genç çiftçiyi hayal kırıklığına uğrattı. Yıllardan beri belirlenen düşük fiyatlı alım uygulamaları, arazi fiyatının da normal piyasa koşullarında daha aşağılara düşmesine neden oldu. Diğer bir ifade ile arazi arz ve talebinde kira değeri tam anlamıyla oluşturulamadı.

Gelelim faize...

Teoride serbest piyasanın belirlemesi beklenen ve sermayenin fiyatı olan faiz, herkesin bildiği gibi düğmeye basarak oluşturulan bir seviye uygulaması bizde. Özellikle zengin, sermaye artığı fazla olan ülkelerdekine benzer bir yaklaşımla yapay bir seviyede ürünün fiyat değişiminden (enflasyondan) çok aşağılarda belirlenen faiz oranı genel olarak doygunluktan dolayı durgunluğa ulaşmış ülkelerde karşılaşılan bir durumdur.

Bu kapsamda, özellikle durgunluğu yaşayan, sermaye yoksunu ekonomilerde düşük faize üretken yatırımların sert ve olumlu bir yanıt vermesi beklenir. Tersine, eğer bu düşük seviyedeki faize yatırım değil de tüketim harcamaları, hem de inşaat ve otomotiv gibi sektörlere kayarak yanıt verirse, işte o zaman tüm dengeler şaşar.

Türkiye ekonomisinde iki yönlü kıskacın yapısı tam da budur. Geleceğin rengini göremeyen bir yatırım ortamına ek olarak, az da olsa tasarrufu bulunan hanehalkı negatif olan faiz, düşük arazi kira ve getirisi ve olmayan kâr ile borsaya yönelmiş durumda. Borsa dediğiniz, eğer zorunlu yönlendirme kapsamında gerçekleşirse, çoğu kimsenin canını yakan bir kumarhaneden başka bir şey değildir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Döviz kuru şoku 24 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları