ABD-Çin arasında tarife yani uluslararası ticarette ithalatta alınan vergilerin artırılması ile yeniden başlayan ekonomik savaşlar tedarik zincirindeki kırılmaları tetiklemeye devam ediyor. Sadece zincir etkisi yanında onun sürekliliğini olumsuz etkilemekte ve aynı zamanda oynaklılığını artırmaktadır.
Bu üç yönlü belirsizlik ülkeleri uluslararası ticarette yeni bölgesel ticaret birlikteliği kurmaya itmektedir. Esasında hem uluslararası ticaretin tüketim malları hem de tedarik zincirine konu olan ara mala ve sermaye malı kısmında önem kazanan bir uygulama haline gelmektedir.
Bu birliktelik daha önce maliyet avantajı, teknolojik seviye farklılıkları ve girdi mobiliteleri üzerine kurulmuş yapıya önemli bir ekleme yapmaktadır: Güven bazlı üretim ve ticaret kavramı.
Bu klasik uluslararası teoriden hafif sapma anlamına gelmektedir ve ulusal geliri tanımlayacak değişkenlere (faktörlere) bir yenisini ilave etmekte böylece daha uzun yıllar sürecek araştırmalara da kapıları açmaktadır.
Peki, nedir bu arkadaşlığa, dostluğa ve güvene bağlı tedarik zinciri kavramı?
Bu yaklaşım klasik maliyet odaklı küreselleşmeden uzaklaşarak güvenlik odaklı bir uluslararası ticarete geçişi temsil etmektedir.
Bu strateji, küresel ekonomik yapıyı ekonomik, siyasi ve coğrafi bloklara ayırarak, daha kutuplu hale getirecek bir ortamın da habercisidir.
Önceleri düşük maliyet ve ülke yakınlıkları üzerine inşa edilen dış ticaretin jeopolitik açıdan dost kabul edilen ülkelere kaydırılmasıdır.
İçeriği ile güvene dayalı ticaret yalnızca bir yalın ticaret politikası değil; aynı zamanda ekonomik güvenlik, ulusal savunma stratejileri ve sanayi politikası ile doğrudan bağlantılıdır.
Yirmi birinci yüzyılın küresel ekonomi düzeninde, stratejik özerklik hedefinin temel araçlarında biri olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır.
Özelliklerinden de anlaşılacağı üzerine, bu yapılanma içinde riskleri de barındırmasına rağmen jeopolitik ve arz güvenliği üzerine kurulmaktadır.
Öncelikle birim maliyetleri artıracak bir üretim çarkı doğuracaktır bu süreç.
Bloklaşma riskini artırarak siyasi çekişmelere ortam hazırlayacaktır aynı zamanda.
Öte yandan stratejik dayanıklılık, kritik sektörlerde arz güvencesini artırma yönlü olumlu sonuçlar doğuracak ve ekonomide fırsat maliyeti kavramını biraz da olsa değiştirecektir. Sektörel uygulamaları göz önüne alındığında ise yarı iletkenler, savunma, ilaç, enerji ve özellikle de nadir elementler üretim ve tedariğinde önemli stratejik katkıları olacaktır.
Son dönemde ABD, Kanada ve Meksika tarafından 1995 yılında coğrafik yakınlığa bağlı avantajlara dayalı olarak kurulan NAFTA’nın (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) ortadan kaldırılması, dış ticarette maliyet avantajından jeopolitik güvenlikli ticaret yapılanmasına geçişin önemli bir örneğini temsil eder.
Esasında bu yeni yapılanma, Çin’e bağımlılığı azaltma politikalarının arkasındaki temel stratejidir. Tarife politikalarını da bununla eşzamanlı düşünmek gereklidir.
ABD’nin Çin yanında diğer bütün ülkelere aynı anda ek tarifeler koyması ve oranları yüksekte tutmasının ana nedeni de Çin’in ilgili ülke ekonomilerine etkisi ve üretimlerindeki payı nedenlidir. Diğer bir ifadeyle, Çin’in diğer ülkelerde de üretip dış ticaretini artırdığı küresel zinciri kırma amaçlı bir dış ticaret politikası temellidir...
Ülkeler tüm bu yapısal değişime uyum sağlama ve rol kapma yarışındayken ülkemizde bunlar konuşulmasın diye yaratılan siyasi kaosun yükü tüm halkı daha da fakirleştirecektir.
Bu yük inanın en çok da onu yaratanları derinden etkileyecektir.
Hem kaçırılan fırsatlardan doğan mali hem de sahte ama bilinçli yapılan siyasi oyunların hukuki sonuçları açısından...