Son aylarda Türkiye’de enflasyonun düşme trendine girmesine dair anlatı daha çok ölçüm ve etiketlemedeki değişimle ilgilidir. Özellikle 2020 yılından başlayan ve günümüze kadar gelen fiyatlamalardaki kalıcı bozulma durduğu yerden kıpırdamadı. Hal böyle olunca da bu süreci tersine çevirme, akılcı ekonomik politikalar yerine fiyat endeksleri ile sepeti rötuşlamaya ve dezenflasyon deyiminin akıllara kazılmasına bıraktı. Bununla da enflasyonda normalleşme görüntüsü (süsü) verilerek halkın tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi amaçlandı.
Öncelikle gövde enflasyonun (çekirdek demiyorum) olduğu yerde durduğunu vurgulamakla başlayalım analize...
Enflasyon sepetinde enerji ve gıda ayıklandığında dahi kalan göstergelerde inatçı bir davranış var. Sabit tutulmaya çalışılan kura rağmen, yönetilen fiyatlardaki ayarlamalar ve vergi artışları hâlâ enflasyon üzerinde baskı kurmaya devam etmektedir.
Sanıldığının aksine, ücret ile fiyat sarmalının zayıf halkası ücret değil sermaye maliyetinin yüksekliği ve firmaların fiyat belirlemede rasyonel temellere değil beklentilere göre karar vermeleridir. Esasında sorun bu yapısal bozukluktan daha derinlere inmektedir. Kur politikası (ki bu bir sonuçtur) ile bütçeyi ve dolayısıyla ülke tasarrufunu eksilere indiren ve gelir dağılımını bozan yapısal çürüme enflasyonun nedenleri ve sonuçlarını aynı fotoğraf karesinde buluşturmuştur.
Söz konusu kur politikası sanayi üretimi ve fiyat oluşumu ile onların oynaklığını derinden etkilemektedir.
Tarımda da aynı çarpıklık görülmektedir...
Tarımdaki fiyatlamanın yapısal bozukluğu fiyat-gelir marjını genişletmekte, mazot-gübreyem ve işçilik (girdi) maliyetleri tarım ve hayvancılıkta manşet gıda enflasyonunu kalıcı hale getirmektedir. Buna finasman faiz giderleri, lojistik/ soğuk zincirdeki eksiklikler ile taşıma giderleri, aracı yapısı ve verimsiz ölçek üretimi de eklendiğinde ise tüketici fiyatı ile çiftçinin aldığı payın farkının açılmasının nedenleri ortaya çıkmaktadır.
Kuru sabit tutarak dışarıdan gelecek enflasyon baskısını azaltma politikası (ki böyle bir politika yok ekonomi literatüründe) bu sefer de iç enflasyon oranını dışarıya göre daha da yukarı taşımakta, yerli mallar daha pahalı hale gelmekte ve dış ticarete konu olan mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı (oransal) fiyatı bozulmaktadır. Reel kurun bu nedenden dolayı yükselmesi ile asgari ücret ve birim işçilik maliyeti dolar veya yabancı para cinsinden yüksek görünmektedir.
Esasında bu bir çarpıklıktır.
İçeride bu ücret seviyesi ile fakirliği tecrübe eden çalışana karşın maaşların dolar cinsinden yüksek gözükmesi hem üretici/ihracatçı hem de çalışanı ekonomik kayba uğratmaktadır.
Sonuçta ihracatçı pazarını kaybetmekte, ya marjını eritmekte ya da üretimi ucuz ve öngörülebilir ülkelere taşımaktadır.
Dahası, bugünkü gibi kontrol edilemeyen bu spiral daha da genişleyerek enflasyonu yukarılara taşımaktadır.
Nasıl mı?
Yukarıda yapısal bozukluğun devam etmesi beraberinde bir çok eş-anlı etkileşimi doğurur. Bu bozukluklar:
- Rekabet kaybını artırır. İthalat cazip hale gelir ve ihracat sönük kalır.
- Cari açık büyür. Sabir kur rezerv satışları ve yüksek faizle savunulur.
- Verimlilik ve yatırım artışı baskılanır.
- Ticarete konu olmayan ürünlerin (gayrimenkul ve hizmet sektörü gibi) kira ve fiyatları iç maliyet baskısıyla artar.
- Reel değerlemede sorunlar çoğalır.
- Dışarıya yönelen üreticilerin boşluğu kalıcı kapasite ve bilgi kaybına neden olur.
- Üretim ölçeği küçüldükçe birim maliyetler daha da artar.
Özetle, kısır döngü genişleyerek hızlanır. Gecikmiş ve sert bir kur düzeltmesi (adını siz koyun!) enflasyon şokuyla birlikte gelir.
Bu kısır döngüden kurtulmanın birçok akılcı yolu vardır. Bunların başında kamu tasarrufu ve kurumsal bütünlük gelir (yolsuzluğu söylemeye bile gerek yoktur).
Ücretlerin artması ise bu spirale doğrudan etki etmeyen tek faktördür.