‘Radikal Türkler’

17 Kasım 2014 Pazartesi

Geçen hafta Foreign Affaires dergisinin portalına konan “Radikal Türker” (G. Murat Tezcur, S. Çiftçi,) başlıklı makale, liberal entelijansiyada heyecan yarattı; ancak makale liberallerin bildik yanılsamalarını tekrarlamaktan öteye gidemiyordu.
1) Radikaller yoksullardan gelmiyorlarmış!
Radikal (bir düşünceyi, toplumu kökten değiştirmeyi amaçlayan) hareketlerin (sağ veya sol) kurucuları, kadroları, yoksulluktan hareket ederek radikalleşmez; “anlam” (varlık) ve “amaç” (adalet) sorunundan hareket ederek radikalleşirler. Bu konuda, geçmiş iki yüzyılın devrim ve karşıdevrimlerinin liderlerine, örgütlerine bakılabilir.
Entelektüel (aydın kavramını benimsemiyorum) kavramının sosyolojik anlamına kısaca bakmakta da yarar var. Entelektüel birden fazla alana, bağlama uygulanabilir, bağlamlar arası -evrensellik iddiasında olan- bilgileri üretir ya da yeniden üretir.
Bu nedenle, örneğin müezzin ezan okurken teknik bir iş yapar, entelektüel değildir. Ne zaman vaaz vermeye, din ile ekonomik sorunlar, siyasi olaylar ve başka kültürel alanlar arasında ilişki kurarak bir açıklama, “anlam” üretmeye başlar, o zaman entelektüel kategorisine girer.
Bu bakış açısını benimsediğinizde, dinci radikallerin cahillerden değil, toplumun eğitime ve bilgiye öncelikle erişebilen ve bunu yayma kapasitesi olanların arasından çıkacağını da kolaylıkla görebilirsiniz.
Radikaller, bu bilgileri yaymaya; yoksulların, ezilmişlerin arzularını dile getirmeye; “belli sınıfların” (tarihin maddesi) pratiğiyle ilişkilenmeye başladıklarında toplumda dönüştürücü etkiler yaparlar.
2) ‘Ilımlı İslam’ radikalleşmeyi engellemiyormuş!
Radikal Türkler”in yazarları “genelde, gelişen sivil toplum ve çürüyen siyasal kurumlar, radikallere dost bir çevre yarattı” diyorlar.
Birincisi, liberalizmin yüzeyselliği burada da kendini gösteriyor. Liberal entelijansiya, siyasal İslamın hegemonya inşa sürecinde (döneminde) var olan yapılarla uzlaşma, onlara uyum sağlama eğilimini (yüzeyde görüneni) “ılımlı İslam”, kapitalizme eklemlenme sürecini de liberallik sandı, kendilerini bunun kalıcı olduğuna inandırdı. Bu liberaller, “ılımlı İslam”ı oluşturan kadroların paylaştıkları ortak tarihi, anlamlar sistemini (eylemlerine, seçeneklerine, yön veren sadakatleri) bunun içerdiği seçenekleri düşünmek bile istemediler. Yüzeysel bir “insan-özne” anlayışıyla (karşılarındakini anlama zahmetine kapılmayan bir kendini beğenmişlikle), daha sonra hepsi boş çıkmanın ötesinde, siyasal İslamın hegemonya sürecine yarayan bir sürü varsayım geliştirdiler.
Neticede, Türkiye’de AKP, Tunus’ta Ennahda siyasal İslamın radikal kanadının gelişmesi için uygun ortamı, kurumsal, yasal ve manevi hatta maddi korunağı sundu. Tunus’un IŞİD’e en fazla militan gönderen ülke olması boşuna değil.
Burada açıklama, “sivil toplumun gelişmesiyle, siyasi kurumların çürümesiyle” değil sivil toplumun, siyasi kurumların siyasal İslamın sözde “ılımlı” kesiminin yönetimi altında geçirdiği evrimle ilgilidir. Sivil toplum birçok noktada değişerek siyasal İslamın (mahalle baskının) etkisi ve denetimi altına girerken, siyasi kurumlar, liberallerin sandığı gibi çürümüyor, seküler kabuğunu atarak yeni bir iktidarı, siyasal İslamın kurmakta olduğu “tarihsel blok’u” ifade v e t e m s i l edecek biçimde değişiyor; bireyin yaşam alanına daha derinlemesine nüfuz ediyor, iddiaların aksine, sivil toplumun alanını giderek daraltıyordu.
3) Çözüm ‘sağlıklı sivil toplum’muş
Türkiye’de koşulların benzersiz (“unique”) biçimde bir araya gelmesi, eğitimli ve sosyal bağları güçlü bireylerin radikalleşmesine katkıda bulunmuş.” Koşulların benzersiz olmadığını, yalnızca Mısır’a, Tunus’a bakarak değil, tarihe bakarak da görmek olanaklı. Yazarların önerdiği çözüm de bu gözlem kadar zayıf: “Sağlıklı bir sivil toplum, bunu yönlendirebilecek sağlam kurumlar inşa etmek!
Sağlıklı “sivil toplum”, düzenli bir liberal demokratik kapitalizm, devlet müdahalesinden uzak özel yaşam demek. “Bunun, bugün, siyasi ve ekonomik koşulları var mı” sorusunu bir kenara bırakıp bu çözüm önerisinin abesliğini görebilmek için “Bunu kim kuracak” diye soralım. Gözünün önünde yaşananları anlamaktan uzak liberal entelijansiya mı? Demokrasiden kaçmaya başlayan kapitalist sınıf mı?

Az felsefe çok yarar getirebilir
Filozof Simon Crichley, “Felsefe ve siyaset, sırasıyla din ve adalet alanlarında düş kırıklıklarından kaynaklanır” diyordu. Radikalizmi hemen, buraya; dini anlamlar sistemini ve/veya verili adalet sistemini kökten değiştirmeyi amaçlamak olarak koyabiliriz.
Sonra da bu aforizmayı yeniden şöyle yazmayı deneyebiliriz: “Egemen seküler felsefe- anlamlandırma sistemi alanında düş kırıklığı yaşayan dine, liberal demokrasinin adalet kavramıyla düş kırıklığı yaşayan dinle en yakın ilişki içindeki siyasete yöneliyor.”
Siyasal İslamın, cihatçı radikalleşmenin yükseldiği dönemin egemen felsefi akımı, anlamlandırma sistemi, Aydınlanma geleneğini eleştirirken, rasyonalizmi, bilimi, “kurtuluşu” bu dünyada arayan “büyük söylemleri” hedef alan, bütüne değil parçaya; sınıfa, ulusa, topluma değil bireye; öze değil yüzeye ayrıcalık tanıyan postmodernizm değil miydi; üretime değil tüketime, gereksinimlere değil hazlara ayrıcalık tanıyan neo-liberal restorasyon değil miydi? Dahası hazlara ayrıcalık tanıyan tüketim modeli cinselliği, çıplaklığı, kadın bedenini kullanmıyor muydu?
Kapitalizm, insanlarına, en önemlisi gençlerine, nasıl bir gelecek vaat ediyordu? Bu vaat ettiğinin anlamı neydi? Daha fazla para kazanmak! Ne için? Hazlarını daha fazla maksimize etmek için!
Öncelikle entelektüelleri, onlar üzerinden toplumu etkileyen bu felsefi- kültürel değişim, postmodernizm, bireyin bedenine odaklanmasını, hazlarını maksimize ederken bedenin hazlarının sınırını ölümle ama her zaman bu hayatın içinde kalarak- zorlayan bir sahte “radikalliği” yüceltmiyor muydu? Bu sahte “radikal” seçenek karşısında, bedeni ve hazları feda ederek, bu yaşamın, dışına çıkmayı arzulayan bir gerçek “radikal”, seçeneğin “şehadet kültünün” ortaya çıkmasını anlamak çok mu zor?
Sahte radikalizm ile ölümü yücelten dinci radikalizmin dışında bir üçüncü, yaşamı yücelten, baskıdan sömürüden kurtuluşu, özgürlüğü bu dünyada arzulayan, bir gerçek radikalizm aslında her zaman vardı: Seküler sol, “antiemperyalist ulusalcılık”, sosyalizm (komünizm).
Postmodernizmin, restorasyonun, etkisiyle bu sol radikalizm zayıfladıkça, dinci radikalizm güçlendi, güçlenmeye de devam ediyor. Çaresi daha fazla sivil toplum, liberalizm, sahte radikalizm değil. Çare, daha fazla sekülarizm, sol bir radikalizm! Bu yüzden olacak sosyalistler (olumlayarak), Cumhuriyetçiler (kuşkuyla, hatta korkuyla da olsa) Kürt kimliğini tanıyor”. Ama, Tuğluk “seküler güçler” deyince, tüm ulusal, siyasi kimlikleri din içinde eritmeyi amaçlayan siyasal İslamın entelektüellerinde sigortalar arıyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları