İstikrar olmadı, savaş verelim!

11 Şubat 2016 Perşembe

AKP liderliğine "yurtta sulh cihanda sulh" ilkesi pek sınırlayıcı geliyordu. Türkiye, bölgede lider, istikrar getiren dünya gücü olmalıydı. Olamadı. Şimdi daha büyük düşünmek gerekiyor: Dünya devleti olamadık. Dünya savaşı çıkaran devlet olalım.

19. yüzyıl yeniden...
Osmanlı İmparatorluğu gibi çürük yapıları yıkan I. Dünya Savaşı’na giden süreçte büyük güçler arasında dünyanın topraklarını paylaşma yarışı vardı. Jeopolitik alanında, hegemon İngiltere, yükselmekte olan ABD tüm dünyaya imparatorluk perspektifinden bakarak küresel stratejiler geliştirmeye çalışıyorlardı. Almanya, İtalya, Japonya, hızla gelişen kapitalizmlerine yeni alanlar açmak, yeni topraklar edinme çabası içindeydi. Genişlemeci emperyalist projelerini, devletlerine, ırksal mistik özellikler yükleyerek açıklıyorlardı.
Yeniden paylaşım savaşları, mistik fantezilerin yağına bulanmış devletlere dayanan yeni emperyalist maceracıların, eski yerleşik hegemonya merkezinin düzenine başkaldırmasıyla başladı. En güçlü ekonomi ve sanayi kapasitesine sahip, ABD, Avrupa’da ve Uzakdoğu’da emperyalist rekabeti uzaktan dengeleyebildi, savaşa en uygun anda girebildi. Böylece, ABD, 1914-1946 sürecinden yeni hegemonyacı güç olarak çıktı.
Almanya, İtalya ve Japonya’nın fantezileri tuzla buz oldu. Alman devleti, insanlık tarihine en karanlık sayfayı ekledikten sonra yıkıldı, ülkesi işgal edildi, bölündü. Japonya iki atom bombasıyla sarsıldı, işgal edildi, devleti adeta bir yeni-sömürge gibi, işgalci güç tarafından inşa edildi.

...ve birlikte intihar...
Bugün, Türkiye’de parlamenter düzende hükümette olmakla yetinemeyen, tek liderli, totaliter bir rejim kurmak isteyen Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırma hayaline kapılmış bir kadro var. Bu kadro, devletin tarihine, geleneğine stratejik derinlik, liderine de “tanrısal iradenin yansıması” gibi mistik-fantastik özellikler atfediyor.
Ülke içinde büyük yıkıma, iç göçlere, sürekli ölümlere yol açan bir savaş var. Dış politika, yalnızca ülke içindeki değil uluslararası yorumcular tarafından da bir iflas olarak niteleniyor; özellikle Suriye bağlamında... Tüm bu başarısızlıklar karşısında AKP politikalarını realiteye uygun biçimde yenilemek yerine, kaderini paniğe kapılmaya başlayarak üst üste hatalar yapan Suudi hanedanının iradesine, paranoyasına bağlamaya başlıyor.
Suriye’de Esad rejiminin zaferinden, Kürtlerin taleplerinin uluslararası alanda taraftar bulmaya başlamasından korkan AKP liderliği ile, İran’ın bölgede yükselmesinden, ülkelerinde toplumsal muhalefetin canlanmasından, Esad’a karşı desteklediği fanatiklerin kendisini hedef almaya başlamasından korkan Suudi rejimi, birlikte intihar etmeye karar vermiş görünüyorlar. Suriye’ye Suudilerle birlikte Türkiye üzerinden 150.000 askerlik güçle girme hesaplarını daha başka nasıl izah edebiliriz.
Suriye, Rusya ve ABD’nin, Avrupa güçlerinin de katılımıyla, en gelişkin silahlarla karşılıklı stratejik oyunlar oynadığı bir savaş alanı. Bu alanda İran gibi güçlü bir enerji ülkesi, Esad rejiminin yanında savaşıyor. Gittikçe artan bir etkinlikle bölgeye girmekte olan Çin sıra tavır almaya gelince Rusya ve İran’ın yanında duruyor. Afrika, Yemen ve Afganistan’da ortaya çıkmaya başlayan IŞİD, ABD’den AB’ye, Türkiye’den Suudi rejimine kadar çok yaygın bir tehdit oluşturuyor.
Suudiler ve AKP Türkiye’si, teknolojik olarak dışa bağımlı. Her ikisinin de mali kaynakları hızla tükeniyor. Suudi ordusu, Yemen’de, AKP rejimi ülkesinin güneydoğusunda, asimetrik bir savaş içinde bocalıyor.
Bu koşullarda AKP Türkiye’sinin ordusunu, Suudilere güvenerek Rusya ve İran’la çatışmayı göze alarak, NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirme, bir dünya savaşı çıkartma pahasına Suriye’ye sokmaya hazırlanması da akla 20. yüzyıl başındaki maceraları anımsatıyor: “Askeri kırdıran Enveri Paşa...”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları