Yönetilemeyen ülke

22 Şubat 2016 Pazartesi

Ankara’daki ikinci katliam bir kez daha gösterdi: Türkiye yönetilemeyen bir ülkedir. Bir Financial Times’da “Suriye Afganistan’a, Türkiye Pakistan’a benzemeye başladı” diyor.

Yapı çözülüyor
Yönetenler, “kamu düzeniniaçık şiddet, baskı, keyfi yargılama-cezalandırma, sansür uygulamadan, muhalefeti susturmadan sağlayamıyorlarsa; sınıflardan, etnik gruplardan, farklı dini aidiyetlerden, yaşam tarzlarından oluşan bir toplumun yapısının dağılmaması için gereken uzlaşmaları sağlayamıyorlarsa yönetemiyorlar demektir. Gereğinde muhalefete çekilmeyi göze alamayacak durumdaysalar, histerik bir tekrarla herkesi, “yedi düveli” suçlamaya devam ediyorlarsa, yönetemedikleri gibi, toplumun yapısını çözüyorlar, halklarının güvenliğini tehdit ediyorlar demektir.
Türkiye’yi yönetenler, tüm komşularının, ABD, Avrupa, Rusya’nın, İslam dünyasının öbür yarısının kendilerine düşman olduğuna inanıyorlarsa, en yakın müttefiklerini ikna edemiyorlarsa, resmi açıklamaları sürekli yalanlanıyorsa, yönetemiyorlar demektir. Bu iktidarsızlığı yadsıyabilmek için, tarihsel-teolojik üstünlük mitolojilerine, ağrılarını bastırabilmek için emperyalist fantezilere sığınmak zorunda kalıyorlarsa, çok tehlikeli bir oyun oynuyorlar demektir.
Dahası, tüm bu iktidarsızlığa karşın “Bin yıllık dünya tarihini iki aktör yapıyor: Müslümanlar ve Batılılar… Bütün mesele, Türkiye’nin, insanlığa yeniden ‘barış-yurdu’ ve ‘insanlık-yurdu’ armağan edebilecek tarihi yolculuğa soyunmasının her ne pahasına olursa olsun önüne geçmektir” diye sayıklıyorlarsa… “Bizim de bir coğrafya algımız var. Bizim de hesaplarımız var. Ve o hesaplar içeriye değil, dışarıya dönüktür... Tarihin akışı değişmiştir ve yüzyıllarca bu böyle devam edecektir. … Biz Selçukluyuz, Osmanlıyız, Türkiyeyiz... [c]oğrafyamız da sadece Anadolu değildir” diye kabarıyorlarsa, durum çok daha vahimdir. Nazi Almanyası’nın, jeopolitikçilerinin savlarını anımsatan bu hezeyanlar ülkeyi büyük felaketlerin beklediğini düşündürmektedir.

Rüya mı kâbus mu?
Dünya giderek 19. yüzyılın sonuna benzerken, maddi durumuna bakmadan kendini yayılmacı emperyalist güç zannetmek müstehcen bir rüya, zavallı bir megalomanidir. Elindeki devlet mali, ekonomik, teknolojik olarak “yedi düvele”, hatta “düşmanlarına” bağımlıysa, bu yalnızca zavallı bir megalomani, müstehcen bir rüya değil, aynı zamanda tüm ülke halkları için yaşamsal bir tehdittir.
Yine dünya bir mali krizin içinde, Afrika’dan Ortadoğu’ya, Afganistan’a, Doğu Avrupa’ya sömürge savaşları, nüfuz alanları rekabeti hızlanıyor. Yine milliyetçilik, ırkçılık, faşist akımlar güçleniyor. Ve militarizm!
Son haftalardaki haberler insanın gözünü açmaya yeter. ABD, özellikle Rusya’yı düşünerek savunma bütçesini bu yıl belirgin biçimde artırıyor. Rusya Suriye’de savaş deneyimi kazanıyor, en yeni silahlarını sergiliyor, pazarlıyor. Çin, üzerinde hak iddia ettiği tartışmalı adalara yerden havaya füzeler yerleştiriyor; Cibuti’de, ABD’nin Afrika’daki en önemli IHA üssünün hemen yanında bir üs inşa ediyor. Gelecek 15 yılda savunma bütçesine 130 milyar Avro ek yapmayı planlayan Almanya, yeni bir süper tank (Leopar 3) projesine başlıyor. Japonya, “pasifist” özsavunma doktrinini değiştirerek, Çin’e karşı ABD ve Avustralya ile daha da yakınlaşmaya, denizaltı filosunu genişletmeye hazırlanıyor. İran daha şimdiden Rusya’dan 8 milyar dolarlık uçak ve silah almaya hazırlanıyor.
“Bizim de hesaplarımız var... o hesaplar içeriye değil, dışarıya dönüktür” diyenler ise cari açıklarını ancak döviz rezervlerini eriterek, kayıt dışı para girişleriyle (K. Boratav, BirGün), ülkelerini Osmanlı’nın yıkılmasında bizzat parmağı olan Suudilere ipotek ederek kapatabiliyorlar... Osmanlı ihtişamını tekrarlama rüyası, hızla, Osmanlı’nın sonundaki kâbusu tekrarlamaya doğru gidiyor. Güler misin ağlar mısın?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları