Nalbandyan ile Deveciyan
Turgay Fişekçi
Son Köşe Yazıları

Nalbandyan ile Deveciyan

05.02.2009 06:49
Güncellenme:
Takip Et:

Biri komşu ülkenin bakanı, öteki büyük bir Avrupa ülkesinin önde gelen siyaset adamlarından.

Güncel siyaset içinde ikisinin adıyla da sık sık karşılaşıyoruz.

Biri Nalbant, öteki Deveci.

İsimlerinin Türkçe olmasına şaşmalı mı, yoksa aynı toprakların insanlarıyız, bundan doğal ne olabilir mi demeli? Gerçi nalbant, Arapça nal ile Farsça bend sözcüklerinin birleşmesinden ortaya çıkmış ama Türkçede yerleşmiş.

Bu iki mesleğin bir ortak yanı da geleneksel tarım toplumunun uğraşları olması. Köklü bir geçmişe işaret ediyor.

***

Nalbandyanın geçmişini bilmiyorum ama Deveciyanınki çok ilginç: Dedesi Karekin Deveciyan (d. 1868) 1914-1918 arası İstanbul Balık Halinin müdürlüğünü yapmış. 1915’te yayımlanmış, alanının ilk kitabı olma özelliği taşıyan Türkiyede Balık ve Balıkçılıkadlı bir yapıtı var.

Babası Roland Deveciyan (d.1901) İstanbulda doğmuş, Galatasaray Lisesini bitirmiş. Bir burs kazanıp Fransaya giderken pasaportuna ne akla hizmetse,Türkiyeye geri dönemezdamgası vurulmuş. Fransada düdüklü tencereyi bulan ünlü bir mühendis olmuş. Fransız vatandaşlığına geçme önerilerini, Ben Türk vatandaşıyımdiyerek kabul etmemiş ve vatansız olarak ölmüş.

1946 doğumlu Patrick Deveciyan, işte bu babanın oğlu.

***

Aynı toprağın insanları arasında kimi zaman kardeş kavgasından öte anlaşmazlıklar çıkabiliyor. Emperyalist güç savaşları, halkları birbirine düşman eden en büyük etken. Yüzyıllarca bir arada yaşamış insanlar, bir bakıyorsunuz birbirini boğazlıyor. Akılla, mantıkla, sağduyuyla açıklanabilir bir şey mi?

Günlük siyasetle uğraşan dar görüşlüler, küçük hesaplarla anlık kazanımlar peşinde koşarken, emperyalizmin uzun erimli planları tıkır tıkır işliyor. Halkları birbirine düşürüp kavga ettirerek kendi egemenliğini sürdürmektir bu anlayış. Yüz yıldır, Ortadoğu böyle yönetiliyor.

***

Sevan İnce adlı yurttaşımızın 6 Ekim 2006 günlü yazısından kimi bölümleri, bu politikalara içerden bir tepkiyi göstermesi bakımından buraya alıyorum:

Gerçeği, benden ve benim gibilerden başkası bilemez. Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz. Bizler Türk Ermenileriyiz. Bizler tek tip hikâye dinlememişizdir.

Mesela, dedem, Erzincan’daki çiftliklerinden abisinin alınıp götürülüşünü ve onu kurtarmak için başçavuşa bir eşek yükü altın fidye verdiğini anlatırdı. Ne abi dönmüş, ne altınlar.

Anneannem, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci yapıldıklarını anlatırdı. Üniformalarını yabancı lisan konuşanlar getirmiş.

Büyükbabam, Kayseri’de tüm sülalesini kurtarmak için çırpınan Osmanlı yüzbaşısı Sinan’ı ağlayarak anlatırdı. Sayesinde o sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş.

Bizler, katliam hikâyeleri dinlediğimiz gibi, bir Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne yatan Türklerin; veya, yurtlarına geri döndüklerinde onlara tekrar kucak açan Türk komşuların hikâyeleri ile de büyüdük.

Kısası şudur: Tebaanın bir kısmı emperyalist güçlerin gazına gelip ayrılıkçılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı hükümeti bölgede tehcir kararı almıştır. Günün şartlarına göre tehcir (göç) zor koşullar altında gerçekleşmiştir. Sürgünler, çoluk çocuk muhtelif şekillerde kırılmış ve kıyıma uğramıştır. Bu kırılma, hastalık ve açlık sebebiyledir. Hastalık dışındaki ölümler, sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan bölgenin eşkıyaları tarafından yapılmıştır. O bölgede bu olayların cereyan ettiği esnada, ülkenin batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin aynı şekilde bir zulme uğramadığı göz önüne alınırsa, buna bir soykırım denemez.

Kaldı ki, söz konusu 1.5 milyon Ermeni sayısı, ölü sayısını değil kayıp sayısını ifade eder. Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki: Anadolu, bu olaylar esnasında veya sonrasında, Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu kişiler, daha sonra serbest olmasına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır.

turgay@fisekci.com

Yazarın Son Yazıları

111 Yaşındaki Arkadaşımız

Devamını Oku
09.01.2013
Kamil Masaracı'dan 'Kültürlü Hadiseler'

Devamını Oku
02.01.2013
Yüz Yıl Önce Balkanlar

Devamını Oku
26.12.2012
Mücap Ofluoğlu'nun Ardından

Devamını Oku
19.12.2012
Edebiyat ve Başka Alanlar

Devamını Oku
12.12.2012
Oldu da Bitti Maşallah!

Devamını Oku
05.12.2012
Öykücülüğümüzde Yeni Bir Dalga Yükselirken

Devamını Oku
28.11.2012
Melih Cevdet'siz On Yıl

Devamını Oku
21.11.2012
İlhan Abi

Devamını Oku
14.11.2012
Açlık Grevleri (07.11.2012)

Devamını Oku
07.11.2012
Yayıncılık, Dün ve Bugün

Devamını Oku
31.10.2012
Bayramlık (24.10.2012)

Devamını Oku
24.10.2012
Orhan Kemal'le Bir Masada Gibi

Devamını Oku
17.10.2012
Çıplak Deniz Çıplak Ada

Devamını Oku
10.10.2012
Babalar ve Oğullar (03.10.2012)

Devamını Oku
03.10.2012
Sanatçının Dünü ve Bugünü

Devamını Oku
26.09.2012
'Sanatın Gerekliliği'

Devamını Oku
19.09.2012
Benzersiz Bir Yemek Kitabı

Devamını Oku
12.09.2012
Berberin KDV'si

Devamını Oku
05.09.2012
Enver Gökçe

Devamını Oku
29.08.2012
Ziya Şav

Devamını Oku
22.08.2012
İstanbul'dan Başka Her Şey

Devamını Oku
15.08.2012
Yayın Hakları, Hak Gaspları

Devamını Oku
08.08.2012
Tatil Ülkesi Almanya

Devamını Oku
01.08.2012
Türküler Boyu

Devamını Oku
25.07.2012
Popüler Kültürle Nereye?

Devamını Oku
18.07.2012
Yüzyılı Okuma Denemesi

Devamını Oku
11.07.2012
Şairin Yüreği

Devamını Oku
04.07.2012
Doğum

Devamını Oku
27.06.2012
Orhan Veli'nin Öyküleri

Devamını Oku
20.06.2012
Eski Komünistler Arasında

Devamını Oku
13.06.2012
Ömrü Edebiyata Vurmak

Devamını Oku
06.06.2012
İlhan Berk'le Memet Fuat

Devamını Oku
30.05.2012
Yahya Kemal Muhafazakâr mıydı?

Devamını Oku
23.05.2012
Şiir Nedir Aslında?

Devamını Oku
16.05.2012
Cüneyt Türel

Devamını Oku
09.05.2012
1 Mayıs Şiirleri

Devamını Oku
02.05.2012
'Kadının Halleri'

Devamını Oku
25.04.2012
Eray Canberk

Devamını Oku
18.04.2012
Bir Şiir Neden Beğenilir?

Devamını Oku
11.04.2012