Gün Benderli’yi ilkin Su Başında Durmuşuz (Belge Yayınları) adlı anı kitabıyla tanımıştım. Bir çağ romanı zenginliğindeki o unutulmaz kitap 1950’lerden yakın tarihe dek yurtdışında sürdürülen sol mücadeleden hayli trajik insani kesitler aktarıyordu.
\nDaha söyleyecekleri varmış ki Gün Benderli’nin, bu kez Sofralar ve Anılar adını verdiği yeni bir kitabı daha yayımlandı.
\nBir insan yıllar boyu o ülke senin, bu ülke benim dolaşır, gittiği yerlerde hep siyasal mücadelenin içinde olur, dünyanın türlü köşelerinden insanlar tanır, dostluklar kurar da söyleyecekleri biter mi?
\nBu kez anılar, birlikte oturulan sofraların çevresine odaklanıyor. Başlangıçta niyet bir yemek kitabı yazmakmış. Çünkü bu alanda hünerli bir elmiş Gün Benderli. Yaptığı yemekler, kurduğu sofralar ne denli sıradan, ihtiyaca dönük olsa da ona bir ruh katmayı bilmiş hep. Böyle olunca da çevresinde bir baskı oluşmaya başlamış ister istemez: Yaz şu yemekleri nasıl yaptığını!
\nAncak yazmaya başladığında yemeklerin yanı sıra insanlar, olaylar öne çıkmaya başlamış. Böylece de yemeklerle, sofraların ve insanların birbirine harmanlandığı benzersiz bir anlatı biçimi ortaya çıkmış.
\nİşin içine insan unsuru girince elbet, insana özgü trajedi de anlatıya karışıyor. Eski kuşakların yakından bildikleri bir atıştırmalık vardır. Sokakta oynayıp acıkan çocuklar eve gelip annelerinden salçalı ekmek isterlerdi. Budapeşte Radyosu çalışanlarının birlikte oturdukları geniş bahçeli apartmanın bütün çocukları Yunanistanlı Dora Argiriadis’in salçalı ekmeğine bayılırlarmış. Dora ve ailesi Yunanistan Komünist Partisi içindeki çekişmelerden perişan olmuşlar sonraki yıllarda. Başlarına gelmedik kalmamış. Ama Dora’nın ekmeğe sürülüp yenen domates salçasının basit tarifi işte gelip bu kitaba yerleşmiş.
\nGüveçte yengeç yemeği mi dediniz? Hem de Fransa’da. İşte Nâzım Hikmet’in oğlu Memet Hikmet’in elinden nasıl yapıldığı yazılırken Memet’in insan özellikleri, hayatının hikâyesi de sayfalara geçiyor.
\nYahudi yumurtasının hazırlanışı, Nazilerce kurşuna dizilen Yahudilerin hikâyesiyle birleşiyor, 2005’te onların anısına Tuna ırmağı kıyısına yapılan, boş ayakkabıların sıralandığı Holokaust Anıtı’na dek uzanıyor.
\nÇamaşırcı patatesi ile Fransız böreğinin yolu nasıl olur da François Truffaut’un ünlü filmi Jules ve Jim’e çıkar diye sorarsanız, ben de size Sofralar ve Anılar’ı okuyun derim.
\nKitaptan Vedat Türkali’nin yalancı bonfileyi, Nâzım Hikmet’in fırında dana budunu, Sabiha Sertel’in irmik helvasını, Sevim Belli’nin çavdar ekmeğini nasıl yaptıklarını da öğrenebilirsiniz.
\nAma yetmez! İtalyan makarna soslarını, Romenlerin “mamaliga”sını, fasulyenin ayıklanıp çıkarılan kılçıklarının da ayrı bir yemek olabileceğini, yine türlü insan hikâyeleri eşliğinde okuyoruz.
\nSofralar ve Anılar’ın çizdiği dünyayı tam olarak anlatabilmek olanaksız. Hollanda tohumlarının lezzetlerini kaçırdığı domatesleri, Sicilya’da bir limanda sizi karşılayan “En Büyük Beşiktaş” yazısını, cıvıl cıvıl yaşama sevincinin eksik olmadığı bir hayatın bitmez tükenmez zenginliklerini sunuyor.
\nZengin sofrası, yoksul sofrası da değil bu sofra; her insanın kendine ait bir şeyler bulabileceği, çorbalardan ziyafet yemeklerine bilindik bilinmedik tariflerin arasında sürükleyici bir roman okurcasına dolaşacağı bir hayat sofrası.
\nBeni yemek tariflerinden çok, yaşadığımız çağın insanına ilişkin çarpıcı hikâyeler sardı, sarmaladı.
\nSofralar çoktan toplanıp kaldırıldı, anılarsa yaşamaya devam ediyor.
\n\n