Türkiye’de son yıllarda yaşanan siyasal gerilimler, derinleşen kutuplaşma ve kamusal alanın giderek daralması, artık yalnızca güncel siyasetin değil, toplumsal yapının kendisinin sorgulanmasını zorunlu kılıyor. Bu tabloyu anlamlandırmak için olaylara değil, ilişkilerin nasıl kurulduğuna ve nasıl çözüldüğüne bakmak gerekiyor. Scott Easley ve Jon Kleinberg’in “Networks, Crowds, and Markets: Reasoning About a Highly Connected World” adlı çalışması tam da bu noktada güçlü bir teorik çerçeve sunuyor. İlk bakışta teknik bir ağ analizi kitabı gibi görünen bu çalışma, toplumsal bağların zayıflamasının siyasal davranışlar, bilgi akışı ve kolektif hareket kapasitesi üzerindeki etkilerini anlamak için bugün Türkiye’de yaşananlara şaşırtıcı derecede açıklayıcı bir zemin sağlıyor.
Türkiye son yıllarda yalnızca ekonomik dalgalanmalarla ve siyasal kutuplaşmayla değil, toplumsal bağların zayıflamasıyla da şekilleniyor. Komşuluk ilişkileri geriliyor, mahalle kültürü silikleşiyor, gönüllü örgütlenmeler eski etkisini kaybediyor. İnsanlar giderek kamusal yaşamdan çekilip bireysel alanlara kapanıyor. Sosyal medya ise sunduğu görüntüye karşın gerçek bir dayanışma üretmekte zorlanıyor. Bu tablo, toplumun genelinde yaygın bir yalnızlık hissi bırakırken siyasal davranışların da giderek daha öngörülemez duruma gelmesine yol açıyor.
‘ZAYIF BAĞLARIN GÜCÜ’
Easley ve Kleinberg’in temel tezi, içinde yaşadığımız toplumun birbirine bağlı ağlardan oluştuğu ve bu ağların sağlamlığı ile toplumun dayanıklılığı arasında güçlü bir ilişki bulunduğu yönünde. Eğer sosyal bağlar güçlüyse bilgi akışı da hızlı ve sağlıklıdır. Aksi durumda yanlış bilgiler kolayca yayılır, toplumsal tepkiler dağılır, ortak hareket etme kapasitesi zayıflar. Bugün Türkiye’de giderek belirginleşen kırılganlığın temel nedeni tam da bu: toplumsal ağların çözülmesi.
Bu noktada, sosyal bilim literatürünün en önemli kavramlarından biri olan Granovetter’in “zayıf bağların gücü” teorisi özellikle dikkat çekici. Değişimi tetikleyen, çoğu zaman yakın çevremiz değil; tanıdıklar, iş arkadaşları, komşular gibi “zayıf bağlardır.” Bir toplumda bu bağlar kopmaya başlarsa, yenilikler dolaşmaz, fikirler akmaz ve siyasal hareketlilik zayıflar.
Bugün Türkiye’nin çeşitli kesimlerinde görülen içe kapanma hâli, tam da bu zayıf bağların aşınmasının doğal sonucu. Sosyal medya, tüm bu süreci iki yönlü bir biçimde hızlandırıyor. Bir yandan insanların kendi benzerleriyle daha yoğun temas kurmasını sağlayarak ilişkileri daraltıyor. Diğer yandan farklı kesimlerin birbirini duyma ihtimalini azaltarak toplumsal blokların arasında görünmez duvarlar örüyor. Easley ve Kleinberg’in “network fragmentation”, yani ağ parçalanması olarak tarif ettiği durum, günümüz Türkiye’sinin siyasal ve toplumsal yapısını oldukça iyi anlatıyor. Yapısal parçalanmanın ifade ettiği hususlar; gruplar arası bağların zayıflaması, bilgi akışının kesintiye uğraması, kolektif eylem kapasitesinin azalmasıdır. Sonuç olarak bunlar politik kutuplaşmanın yapısal temelini oluşturmaktadırlar.
BAĞI GÜÇLENDİRECEK ÇABA
Artık herkes kendi mahallesinde konuşuyor. Algoritmaların yönlendirdiği bir düzende, farklı görüşlere temas eden yollar giderek daralıyor. Büyük kentlerde aynı apartmanda oturan insanlar bile birbirinin hikâyesinden habersiz yaşayabiliyor. Adeta herkes kendi odasında oturuyor. Düzeni değiştirmeye çalışanlar ise öncelikle mevcut düzenin bir parçası olup oyun dışında kalmamaya gayet ederken sistemin acımasız çarkında ezilip kendini bir anda soğuk bir hücrede bulabiliyor.
Tüm bu tablo, siyasal değişimin ufkunu daraltıyor gibi görünse de kitabın sunduğu çerçeve bize farklı bir kapı aralıyor: Değişim, sandıktan önce ağ yapılarında başlar. Bir toplumun ilişkileri güçlüyse bilgi dolaşır, dayanışma artar, ortak hareket etme potansiyeli yükselir.
Toplumsal bağlar koptuğunda ise en haklı talepler bile sessizliğe gömülebilir.
Bu nedenle Türkiye’de bugün gereksinim duyduğumuz şey, yalnızca bir seçim stratejisi değil; toplumsal bağları yeniden kuracak bir kamusal çabadır. Komşuluk ilişkilerini canlandırmak, meslek örgütlerini güçlendirmek, gönüllü dayanışma ağlarını genişletmek ve kamusal alanı yeniden tanımlamak... Tüm bunlar siyasi bir romantizm ile değil, ağ teorisi ve benzeri sosyal teorilerin tümünü göz önünde bulundurarak bir bilim insanı soğukkanlılığı ile yapmamız gerekiyor.
Bir ülkenin gerçek gücü, ekonomik göstergelerin çok ötesinde, insanların birbirine ne kadar bağlanabildiğinde saklıdır. Eğer bu bağları yeniden örmeyi başarabilirsek, toplumsal dayanıklılığı artırabilir, siyasal yenilenmenin de önünü açabiliriz.
İktisatçı Dr. Alper Demir