78'liler... / 1

30 Eylül 2008 Salı

Türkiye’de 12 Eylül’e giden yol ve 12 Eylül sonrası çok tartışıldı. O dönemin koşulları, terörün nedenleri değişik boyutlarla masaya yatırıldı. O dönemin gençliği için de çoğunlukla kayıp kuşak denildi. Gerek 12 Eylül’ün öncesinde gerekse sonrasında büyük acılar yaşayan bu kuşak gerçekten kayıp mıydı? Bizce değil. 68 hareketinin devamı olarak kendisini devrime adayan bu kuşağın çok büyük hayalleri vardı. Ama bu hayallerin hiçbiri kendileri için değildi. İşçiler için, köylüler için, Türk toplumu içindi. Bu hayallerin yaşama geçirilip geçirilememesi ayrı konu; başlı başına kurulabilmesi bile büyük bir özveriyi gerektiriyordu. Yazı dizisinde 78 kuşağı diye adlandırılan o dönemin gençliğinin neler hayal ettiğini, bunları gerçekleştirebilmek için neleri göze aldığını ve sonrasında nasıl bir sert darbe kayasına çarptığını aktarmaya çalışacağız. Bütün yönleriyle ortaya koymak diye bir iddiamız yok. Hani derin bir tahıl silosundan örnekleme alma yöntemiyle değişik katmanlardan örnek buğday alırlar ya, işte öyle bir çalışma bu. Dizi okura açık. Eksik bıraktığımız ya da farklı baktığımızı düşündüğünüz konular olduğuna inanıyorsanız, sayfa hepimizin.

 

Devrim mutlak, ölüm doğaldı

1977 yılı yazıydı. Aynı mahallede oturduğumuz bir ailenin yakını da benim gibi Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu, bugünkü adıyla İletişim Fakültesi’ni kazanmıştı.

Tüm Türkiye’de olduğu gibi Nazilli’de de politik iklim her okulu her semti sarmıştı. Ama üniversite başkaydı... İlk kez karşılaştığım, aynı okulu birlikte okuyacağımız Abdullah’la birlikte otobüse bindik, İzmir’in yolunu tuttuk. Heyecanlıydık... Alacağımız eğitim kadar gireceğimiz ortam da bize heyecan veriyordu.

Sol grupların içinde yer alacağımız kesindi. Ama hangisi?

O belli değildi... Üniversite ortamı bizi şekillendirecekti... İkimizin de havası oydu...

Okul, Bornova’da Tıp Fakültesi binalarının hemen ötesindeydi. Yanında Tıp Fakültesi’nin kadavra bölümü vardı. Arkamızda da baraka kantin. Dev çam ağaçları binalarla devrimci bir kardeşlik içinde yan yanaydı.

Okulun ilk günü birinci sınıftaki herkes birbirine mesafeli ama, üst sınıflar herkese yakındı. Devrimci gruplar gelenleri karşılıyor, üniversite hakkında bilgi veriyordu. Bize ilk söylenenlerden biri şuydu:

Dört yıl sonra katılacağınız işsizler ordusuna hazırlık bölümüne hoş geldiniz...

Sistemden umut kesilmiş, her şey devrime endekslenmişti...

Abdullah da benim gibi her şeye yabancı... O üniversite yurtlarına yazıldı, ben bir yakınımız aracılığıyla bulduğumuz eve yerleşmek üzere plan yaptım.

Bir hafta geçti geçmedi, sınıfa girdiğimde, Abdullah’ın sesini duydum:

Zulüm sığmaz iken köye şehire/Bize mezar oldu kan Kızıldere/Yavuklu yerine çıplak mavzere/Sarıldık ey halkım unutma bizi...

Abdullah tek başına sınıfın bütün sıraları arasında dolaşıyor, kendisini sınavdan geçirircesine marşın sözlerini üzerine basa basa söylüyordu... Marşın bitiminde hemen yenisi ulaklanıyordu:

Dağlar bana geri verin/Mahirimi, Sinanımı...”

Bir hafta gibi uzun bir zaman geçmiş ve Abdullah iyi bir Dev-Yol militanı olmuştu. Bunun için gerekli olan ilk şartlardan biri tamamdı; iyi marş söylüyordu.

Aynı günün öğle saatlerinde Abdullah, çevre fakülte öğrencilerinin de öğle yemeği için buluştuğu baraka kantinin girişinde bağırarak Dev-Genç dergisini satıyordu.

Abdullah, bir ayrıntı değildi. Üniversiteye gelirken politize olmaya hazır hemen her öğrenci aynı durumdaydı. Hemen her grup açısından devrimci olmak için bir hafta yeterli bir süreydi. Birinci şart şuydu:

Devrime inanmak.

Devrim nasıl olacaktı?

Kızıldere olayları, Mahir Çayan’ların öldürülmesi, Deniz Gezmiş’lerin asılması henüz çok sıcak konulardı... Aradan 5-6 yıl geçmişti. Onların başına gelenler, Türkiye’de devrim istemenin bedelinin ne olduğunu da gösteriyordu. Gençlik hareketi içindeki eğilimlerin ortak paydası buydu:

Devrim mutlaktı... Bu uğurda ölüm doğaldı!

Genç kuşaklar, 68 hareketinin devrim ateşini tam ortasından alıp koşmaya hazır hissediyordu kendini...

Abdullah zamanla, ders programı içinde yer alan iktisat konularında hocanın kapitalizmi anlatırken süreyi uzun tutmasını eleştirecek kadar keskinleşti. “Hocam bir dakika” dedi, “yoksul halkı ezen oligarşinin üretim araçlarını sevimliymiş gibi gösteremezsiniz.
 

 

Devrim andı sertleşiyor

Gençlik 68’in mirasını yemek yerine hızla büyütmek için yaşamını ortaya koyacak derecede özveriyle hareket ederken, bunun yeminini de ihmal etmiyordu. O dönem bütün devrimci grupların ortak devrim andı şöyleydi:

Biz bütün devrimciler olarak sayımızın azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan, bıkmadan, usanmadan kanımızın son damlasına kadar emperyalizme ve faşizme karşı savaşacağımıza ant içeriz.

Bu ant, hemen her forumda, dışa açık her gösteride mutlaka içilirdi. İçeriği de fena değildi ama, kimi grupları tatmin etmedi. 68 kuşağının hayalleri ölümle noktalanınca, 78 kuşağı da hayaller içinden ölüm geçeceğini hem görüyor, yaşıyor.. hem de hissediyordu. Devrimci Yol, bunu andına da taşıdı. Bütün grupların ortak kullandığı andın altına şunları ekledi:

...Bu uğurda ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa, silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları, mitralyöz sesleriyle ve zafer ve savaş naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa ölüm hoş geldi safa geldi.

Artık gençlik yeminine ve ölümüne devrime, devrim için mücadeleye hazırdı...


 

'Tatile çıkmayalım yaz sonu devrim olabilir'

Yaşamını ortaya koyacak kadar fedakârlığa hazır olan devrimci gençliğin kafasındaki başlıca sorulardan biri şuydu:

- Devrim ne zaman olur?

Salt zamanlamayla ilgili saatler süren tartışmalar yaşanırdı. Tarih sorusunun net yanıtlanabilmesi için her kesimin farklı yorumladığı, önkoşullar vardı. Bunlardan biri şuydu:

Devrimci durumun oluşması!

Bu ne zaman oluşurdu?

En yaygın yanıt şuydu:

Yönetenlerin artık yönetemez hale gelmesi, yönetilenlerin de durumdan son derece hoşnutsuz olması...

Bu iki koşul bir araya geldiğinde, halk da yönlendirilirse, devrimci durum oluşmuş demekti.

Üniversite kantinlerindeki köşelerde zaman zaman, devrimin tarihine ilişkin tartışmalar da yaşanırdı. Bunun en yoğun olduğu dönem 1978 ilkbaharıydı. Kanlı 1 Mayıs 77 olaylarının yıldönümünde devrimci kesimde yılgınlık yaşanmamış, tam tersine 1 Mayıs çok daha yaygın biçimde kutlanmıştı. Öldürümler de devam ediyordu, gençler kıyılıyordu ama yılgınlık yoktu.

1978 Mayıs sonuydu...

Ege Üniversitesi’nin büyük kantinlerinden birinde 8-10 genç tartışıyordu:

- Devrim ne zaman olur?

Ben 2 yıl diyorum...

- Kalır mı o zamana?

Halkımız bizi anlamaya başladı. Yaptığımız eylemler giderek daha yığınsal hale geliyor...

- Ben ikinize de katılmıyorum... Bu iş suyun kaynaması gibidir oğlum...

Ne kaynaması?”

- Su 100 derecede kaynar. Örneğin suyun 50 derecede olmasıyla, 90 derecede olması arasındaki fark hemen belli olmaz. Su kaynama noktasına yaklaştı mı, birden kaynamış gibi görünür... Bugün Türkiye’de suyun kaynama noktası yaklaştı. Bu iş birden olacak. Göreceksiniz...

Ben de birden olacak diyorum ama, zaman alacak...

- Arkadaşlar her birinizin söylediği kendi içinde doğru... Ancak daha soğukkanlı bakmamız lazım. Bana sorarsanız, nereden bakarsanız bakın devrime daha 5-6 yıl var...

Her bir köşesini farklı devrimci fraksiyonun koruduğu kantin köşelerinde bu tartışmalar süredursun; devrimci grupların birbirini de tartarak vardığı sonuçlardan biri şu oldu:

Türkiye bu yaz çok karışacak. Yazın sonunda her şey olabilir. Belki de devrimci bir sürece girilebilir...

Gruplar birbirinden de etkilenerek üniversitedeki tabanlarıyla şu kararı paylaştılar: “Çok zorunlu olmadıkça bu yaz memleketlerimize gitmeyelim. Yaz sonu devrim olabilir...

78-79 hatta 80 yılı boyunca gençlik, devrimi kendi kuşaklarının yapacağına o kadar çok inanmıştı ki; 12 Eylül günü sabaha karşı devrimci gençlerden birini annesi uyandırdı:

- Kalk yavrum kalk... İhtilal oldu...

Birden ayağa kalkan genç, meraklı gözlerle annesine sordu:

  • Hangi fraksiyon yapmış?


 

1968 yılı niçin bir dönüm noktasıdır?

1968 yılında çoğu ülkede damgasını vuran “gençlik hareketleri” oldu. Gerçekten, Fransa’da o yıl ortaya çıkan ve gelişen gençlik hareketi, birçok Avrupa ülkesine sıçramış, çok geçmeden gelişmekte olan ülkelerin gençliğini de sarmıştır heyecan.

O dalganın içinde biz de varız.

Ne bir sürprizdi bu, ne bir özenti! Burjuva toplumunun yoğunlaşan bunalımının kendisine neye mal olduğunu kapitalist dünyanın gençliği gitgide açık biçimde görüyordu. Genç hançerelerin bir an gelip haykırışa geçmelerinde; kapitalist toplumun çelişkilerini -bir kez daha- yüksek sesle ilan etmelerinde garipsenecek hiçbir yan yoktu. Fransa başta olmak üzere, çoğu Avrupa ülkesinde, özellikle eğitim sorunlarına -eskisinden çok daha fazla- büyük bir dikkatle eğilmenin yollarını da açmıştır gençlik hareketleri.

Kısacası, dersler çıkarılmıştır olaylardan.

Ya bizde olup biten?

Türkiye’de, gençlik hareketlerinin onurlu bir tarihi vardır; hele hele, 27 Mayıs’ın arifesinde Demokrat Parti gericiliğine karşı gençliğin verdiği mücadele unutulmaz. Ne var ki, 1968 yılı ve onu izleyen yıllarda, gençlik hareketi, bizde, yoğunluğunun yanı sıra apayrı da bir önem taşıyor. Gerçekten, 1968-1969 yıllarında, Türkiye’de üniversite gençliği, akademik kimi sorunlarını çözmek ve üniversite içinde antidemokratik uygulamalara son vermek amacıyla harekete geçmiştir. Ancak, bu hareketler, kısa zamanda gençliğe, kendi sorunlarının ülke sorunlarından soyutlanamayacağı gerçeğini de öğretmiştir. Özetle sorun, bir yerde “toplumun dayandığı temellerin tartışılması”nı da gündeme getirmiştir.

Kısacası, kapitalizm tartışılmaya başlanmıştır.

Onu tartışmak, gençliğe -ister istemez- sosyalizmin dünyasını göstermiştir. Gerçi, 1961 Anayasası’nın da büyük rol oynadığı düşünce özgürlüğünden yana ortamda, “sola açılış”, 1968 yılından önce genç kafaları da sarmıştı. Ne var ki, gençliğin artık belli bir dünya görüşü, kısacası “Marksizm”i seçmiş olarak, oradan hareketle sorunlara bakışında, 1968 yılı bir dönüm noktasıdır diyebiliriz. 

Bu bakımdan da önemli, pek önemlidir o yıl.


(Server Tanilli)

 

SÜRECEK...

 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İYİ Parti çıkmazı! 18 Nisan 2024
Zafer sorumluluğu... 17 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları