Özgür Mumcu

Davutoğlu’nun Sırrı

01 Eylül 2014 Pazartesi

Bundan dört sene evvel Davutoğlu yeni bakan olmuş ve yıldızı parıl parıl parıldarken, Oxford’da Türk dış politikası hakkında üç gün süren uzun bir toplantı yapıldı. Toplantının kapanış konuşmasını Davutoğlu yaptı. O toplantıda ben de bir sunum yapmıştım. O sebeple kendisinin kitap ve makalelerini okumuştum.
Fark ediliyordu ki “Stratejik Derinlik” üç ana noktaya dayanmaktaydı. Komşularla sıfır sorun, Türkiye’nin tarihi ve coğrafi derinliğinden faydalanma ve İslam medeniyetinin tarihin akışında önemli bir aktör olarak yeniden sahne alması.
İlk iki noktanın geleneksel dış politikadan fazla ayrılmadığı açıktı. Özellikle tarihi ve coğrafi derinlikten faydalanma, dünya Soğuk Savaş parantezinden çıktıktan sonra yoğun bir şekilde başvurulan bir yöntemdi.
Komşularla sıfır sorun için ise İsmail Cem dönemini hatırlamak kâfi. Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreau ile Filistin meselesini çözmek için kolları sıvadıkları hâlâ akıllarda.
Yani aslında o konularda Davutoğlu pek yeni bir şey söylemiyordu.
Asıl mesele İslam medeniyetinin uyanışıydı. Yeni Başbakan’ın o konuyu, dış politikayı şekillendirirken nasıl ele alacağı çok belirligin görünmüyordu.
Bazı fena işaretler yok değildi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında yakalama emri çıkardığı Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir’i hükümetimiz pek seviyordu. Hatta Erdoğan bir Sudan ziyaretinde “Müslüman soykırım yapmaz” diyerek kendisine sahip çıkmaktan çekinmemişti.
Sunumumu “İslam medeniyetinin uyanışı” söyleminin uluslararası aktörlerin dini inançlarına göre bir çifte standart getirebileceği kaygısıyla bitirmiş ve bu durumun “medeniyetler çatışması”na inananları mutlu edeceğini söylemiştim.
Davutoğlu’nun İslami vurgusunun dış politikaya damga vurması gecikmedi. “Arap Baharı” ile beklediği fırsatın ayağına geldiğini düşünmüş olsa gerek. Netice ortada. Libya’ya NATO girmesin dediler, sonra bunu hiç dememiş gibi davrandılar. Mısır’da Mursi’nin yanlış yönlenmesinde belli ki payları var. Suriye meselesine girmeye bile gerek yok.
Ne öngörüler tuttu ne tespitler. Sebep ise çatışan aktörler arasında her daim mezhebi kendinden olanı kayırarak Türkiye’ye yeni etki alanları açma hayali.
Erdoğan boşuna “Müslüman soykırım yapmaz” demedi ya da IŞİD’in akıl almaz katliamlarına yok yere sessiz kalınmıyor.
Bakın bugün “paralel” diye çarmıha germeye çalıştıkları eski dostlarının televizyonunda henüz 2001’de ne demişti Davutoğlu:
“Modernitenin dini dışlayan bir ontoloji arayışı içindeki insanoğlu nihayet bedenine dönüyor (...) Modern ideolojilerde aşırı faşizan temayüllerin ortaya çıkışında bu seküler narsisizmin önemli bir yeri var. Kendi kendini aşırı beğenmeden kaynaklanan düşünceler, etnik kıyımları (....) beraberinde getiriyor.”
Kendini aşırı beğenme demişken. Bir gün uluslararası bir kongrede Davutoğlu’na “Bunları nasıl bu kadar emin söyleyebiliyorsunuz” diye sorarlar. Cevabı şu olur: “En büyük beyinler, en bunalımlı dönemlerde çıkar.” Verdiği örnekler ise Rousseau, Hobbes, Hegel ve Kant.
Peki, bu dış politika anlayışı iç politikada Başbakanlık’a nasıl yansıyacak? Bir örneğimiz var. Örnek Konya’nın Çeltik ilçesinden. Davutoğlu konuşuyor:
“Afyon, Eskişehir, Ankara’ya komşusunuz, Konya’nın da bir parçasısınız. Türkiye de dünya coğrafyasında birçok bölgenin kesişme noktası. Dolayısıyla Çeltik’in kaderi ile Türkiye’nin kaderi bir anlamda birleşir. Bu çerçevede Çeltik’e özel önem veriyoruz.”
İşin sırrı Konya’nın Çeltik ilçesinde yani.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları