Palalı, Sopalı Demokrasi

13 Temmuz 2013 Cumartesi

2 Haziran gecesi Eskişehir’de Gezi protestolarına katıldı.
Polisin attığı gaz bombalarından kendini korumak için girdiği ara sokakta onu çok daha korkunç bir sonun beklediğini elbette bilmiyordu. “Kimliği meçhul” dense de aslında neyin muhafızları oldukları bilinen insanlıktan uzak Taliban kafalı eşkıyalar, diğer birçok gence yaptıkları gibi Ali İsmail’in kafasına vurdular sopalarla.
Ölümüne dövülen Ali’nin, gittiği hastanelerde gördüğü akıl almaz muamelelerin ardından, 20 saat sonra nihayet beyin kanaması geçirdiği anlaşıldı ve yaklaşık 1 ay boyunca komada kaldı.
Ancak olmadı; çarşamba günü, henüz tam olarak anlayamadığı bu vicdansız dünyaya gözlerini yumdu.
Ethem Sarısülük’ün, Abdullah Cömert’in, Mehmet Ayvalıtaş’ın ve Mustafa Sarı’nın yanına gitti.
Tek tabut başında üç anne ağladı, aynı acıyı paylaşan.
Ve artık değişmez bir “faili meçhullerin ülkesi” gerçeği olarak; İsmail’in ölümüyle ilgili polise sağlam bir şekilde teslim edilen görüntülerin bir kısmı her ne hikmetse bozuldu, kayboldu.
Ali İsmail’in darp edildiği diğer görüntüler ise medyada dolaşmaya devam etti; yüreğimiz tutuşarak seyrettik.
“Benden değilse, zaten hiç olmamıştır” zihniyeti ekseninde, günbegün kasıtlı olarak katılaşan söylem ve tavırlar zinciriyle hem kendinden olmayanları cezalandıran, hem de sarsılmakta olan kendi tabanını bu yolla bir arada tutmaya çalışanların gerilimi ve adaletsizlikleriyle geldik bugünlere.
Mısır’daki zulmü dilinden düşürmeyen Başbakan ile yanlı medya, Ali İsmail’in ve gösteriler sırasında kullanılan şiddete bağlı olarak kaybettiğimiz diğer dört canımızın ailelerine bir başsağlığı bile dileyemedi bugüne kadar.
Cinayeti işleyenleri Allah nasıl affedecek diye düşünmediler; daha da önemlisi bir kez olsun içten bir of çekemediler bu genç ve sebepsiz kayıplarımız için.
Biliyoruz.
Başka ülkeler için demokrasi naraları atmayı, halkını baskı altına alan liderlere meydan okumayı bilen; kendi ülkesine geldiğinde baskının, şiddetin âlâsını demokrasi maskesiyle meşrulaştıranların; demokrasiyi araç olarak görenlerin;
Mısır’da halka karşı şiddet uygulayan üniformalı güçlere hesap sorup, öldürülen insanlar için isyan ederken kendi ülkesinde uygulanan polis şiddetini görmezden gelenlerin;
Oradaki darbeyi kendileriyle özdeşleştirip, söylemlerini bu yönde oluşturan ve bunu sürekli tekrar ederek başkalarının mağduriyetini kendince kazanıma çevirmeye çalışanların ülkesi burası.
Fakat aynı zamanda geçmişte işe yarayan mağduriyet dilinin artık geçerliliğini yitirdiğini göremeyenlerin ülkesi.
Palalı adamların kadınlara tekme tokat giriştiği ve bu hareketlerine karşılık polis tarafından sırtları sıvazlanarak mükâfatlandırıldıkları; “münferit olaydır” diye korundukları ve en trajikomiği de kaçma şüphesi yok diye serbest bıraktıkları palalının ertesi gün elini ve palasını sallaya sallaya yurtdışına kaçabildiği bir ülke burası!
Ellerinde karanfil olanların yakalanıp ellerinde pala olanların serbest bırakıldığı, ismi “palalı demokrasi”ye çıkan bir ülke.
Demokratik gösteri haklarını kullanmak üzere, şiddete, hiddete başvurmadan sokağa çıkan insanların sadece devletin resmi polisinden değil, eli sopalı, palalı sözde vatandaşlardan da zulüm gördüğü, siyasi çıkarların gençlerin hayatlarından daha önemli kabul edildiği 2013 Türkiyesi.
Halbuki her şeye rağmen muhafaza edilmeye çalışılan barış zemininde, ramazan için Galatasaray’dan Taksim’e uzanan, asfalta serili rengârenk sofra bezlerinin üzerine kurulan iftar sofralarına Müslümanı, antikapitalist Müslümanı, zengini fakiri, açığı kapalısı, dindarı ateisti, polisi, sivili, çapulcusu, herkesin davet edildiği;
Barışçıl, dayanışmacı, anlayışlı, alçakgönüllü, “biz ve onlar”ın değil, “hepimizin” kendine yer bulabildiği, en iyi yönetmenlerin bile kurgulayamayacağı türden sofraların, biber gazı tüfeklerinin namluları altında, gülümseyerek kurulduğu bir ülke burası.

[email protected]
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları