Arşipel Kaptan’a ağlıyor

06 Haziran 2015 Cumartesi

‘Deniz, tekne hayalimdi, onun peşinden koştum hep...’

En mavi, en deniz adam, atlas yelkenleriyle bilmediğimiz sulara yol alıyor şimdi.

Arşipel ağlıyor olmalı, bende derin bir hüzünle karışık ince bir tebessüm... Biliyorum, çelişkili.

Bu haldeyken gülümserse insan bir tuhaf karşılanır; ama öyleyim...

Bir yanda Türk denizcilerinin kaptanını, en mavi efsane bir insanı yitirmenin acısı.

Diğer yanda yaşam sevinciyle coşan, coşturan, yol gösteren, öğreten, ince, duygulu, duyarlı, sohbeti güzel en denizci insanı tanımış olmanın hoşluğu...

Karacasöğüt’te gecen yaz ayrılış anı geliyor gözlerimin önüne, gülümseyerek el sallaması... Hayıflanıyorum; en başta kendisinin yer aldığı, “Dünyayı Yelkenleriyle Dolaşan Türkler” kitabını sağlığına yetiştiremedim. Desteğine, yardımlarına, çocukluğumdan bu yana kurduğum düşlerin ilham kaynağına teşekkür edemedim.

Seviniyorum böyle bir insanı tanımıştım...

Geride ne kaldı?

Onun yolundan, ondan esinlenerek, cesaret, güç ve destek alarak dünyayı yelkenleriyle dolaşanların anıları...

Bu anılarda yayımlayamadığım röportajlar...

Haluk Karamanoğlu, Cumhur Gökova, Osman Atasoy, Özkan Gülkaynak, Ekrem İnözü, Hakan Öge ve Alim Sür, hepsi ağız birliği etmişçesine söylemişlerdi: “Bizi mavilere o çıkardı, yelkenlerimiz onun rüzgârıyla doldu...”

Ne çok ayrıntı, özel bilgi edinmişlerdi ondan...

Bana da verdiği bir ders var, yaşamım boyunca unutmayacağım.

Ekrem İnözü’nün teknesinde, Karacasöğüt’te en son röportajı bitirmiş, iskeleye çıkıyordum.

Bu çok özel sohbetin keyfiyle vedalaştık, el sallıyordu o sırada Sadun Ağabey.

Ayağım kaydı...

Çantamdaki fotoğraf makinesi, notebook, cep telefonuyla birlikte denize düştüm.

İskeleye çıktığımda gülümsemesini sürdürerek bağırdı:

“Hiç tekneden düşmüş müydün?”

“Hayır” dedim.

Esaslı bir kahkaha patlattı: “Tamam, şimdi artık denizci oldun...”

Bu sohbetin merhabalaşması da ilginçti.

İnözü’yle öğle yemeğini paylaştığı masaya bir çatal daha koyarken sormuştu, “Ne içersin?” diye.

Onlar biralarını yudumlarken benim için çalışma saatiydi. “Teşekkür ederim ağabey, soğuk su” dedim...

“Derhal tekneyi terk et” gürlemesine karşılık verdim:

“Anlaşıldı bu sohbet pek keyifli olacak... En sert, ne varsa...”

Şimdi bu garip duygu selinde, o sohbeti anımsadım. “Biliyor musun, dünya yolculuğundan sonra ilk dizi röportajı senin gazetende yapmıştım” diye başlamıştı söze.

Ben Hürriyet sanıyordum oysa. Bir de Hikmet Çetinkaya’nın Cumhuriyet’teki röportajı vardı aklımda. Sohbetten birkaç ayrıntıyı aktarayım. Birçok insana düş kurduran, kitaplarını okutan, yol gösteren Sadun Boro için, yaşamın, dünyayı yelkenli tekneyle dolaşmanın anlamı neydi?

“Hayallerin olacak önce” diye başladı söze: “Deniz, tekne hayalimdi, onun peşinden koştum hep, neyim varsa satıp denizlere yelken açtım. Dünyayı dolaştığım zamanlarda bu iş zordu. Böyle teknoloji, alet, araç, imkânlar yoktu; ama kafama koymuştum, her şeyi göze alıp. Sonra başka arkadaşlara da yol oldu. Kitaplar yazdım, okudular, cesaretlendiler. Tabii hayal etmek kadar kolları sıvamak da lazım. İnsan kafasına koyarsa yapar. Bedensel bir mazeret dışında hiçbirini kabul etmiyorum. Denizci başka bir insandır, deniz çok başkadır. Hayatın saçma sapan zırvalıklarını bırakırsın. Haybeye kürek çekmezsin. İhtirasların anlamsız olduğunu görürsün. Kısa yoldan söyleyeyim, deniz anlatılmaz yaşanır...”

Öyle de şimdi başka bir burukluk da düşüyor, gidişiyle...

Mavilerde, ışıklı sahillerde uyu, güzel insan....

Güle güle Kaptan!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaşasın Cumhuriyet 1 Ocak 2016
Sesler kısılırken... 25 Aralık 2015

Günün Köşe Yazıları