Pınar Öğünç

Kitap küllerinden doğan bir direniş

18 Kasım 2015 Çarşamba

Biri Barbie desenli bir çantayı tutuşturmaya çalışıyor, diğeri çıkartmaların durduğu rafı devirip üzerinde tepiniyor. Bir genç, onun da sevdikleri, onu sevenler var hayatta, hasır bir tabureyi kitaplara hınçla vuruyor, vuruyor. Kırşehir’in en büyük, hatta tek kitapçısı Gül Kitabevi’nin 8 Eylül’de yıkılıp yakılışının görüntüleri, insan cinsinin alçalabileceği zaviyelere dair belgesel gibi aynı zamanda. İrkiliyorsunuz.

Neredeyse üç ay geçti, bulunduğu altı katlı apartman boylu boyunca duman karası; Gül Kitabevi ise simsiyah bir oyuk gibi, bir utanç anıtı olarak duruyor öyle. Az ilerideki, beşte biri kadar dükkâna asılan bez afişse bir inadın bayrağı gibi: “2. şubemizle hizmetinizdeyiz”. İçeride önlüklü kız çocukları kuş gibi ötüşerek kokulu silgi seçiyor, köşede kitaplara bakan bir genç, bir rafta da üzerinde “Umuda ateş neylesin” yazan bir saksı... Yangından sağ çıkmış bir saksı bu; kader ortağı.

8 Eylül’de “Teröre lanet” mitinginden çıkıp yürüyüş güzergâhından sapan bir grup HDP binasını ve otuzun üzerinde iş yerini taşladı, yıktı, yaktı. Ortak noktaları sahiplerinin Kürt olmasıydı. Kimi el kadar yufkacı, biri tatlıcı, biri tantunici; içlerinde AKP’ye, CHP’ye oy verenleri var. Kürt olması yetmiş, kiminin oturduğu apartman dahi taşlanmış. Bir üçgen içinde, bu linç rotasını gezince birkaç şeye inanamıyorsunuz. İlki o üçgenin içinde Emniyet Müdürlüğü’nün, Valilik binasının da yer alması. Doğrudan karşı caddesinde, elli metre yanında olanlar var. İkincisi, serpiştikleri “harita”, öylesi bir kalabalık tarafından ancak önceden listelenmişse gezilebilir.

İtfaiye geç gelmiş. Güvenlik Şube Müdürü, Çevik Şube Müdürü ve bir emniyet müdürü yardımcısı izinli. İhmal, kusur, bunlar eksik kalır. Tam altı saat boyunca nedense emniyet güçlerinin bastırmaya takati yetmeyen elli-yüz kişilik bir kalabalık bahsedilen. Altı saat!

En ağır zararın neden Gül Kitabevi’ne verildiğini anlamak için, üstelik Kürt de olmayan sahiplerinin hikâyesini dinlemek lazım. İki seçim arasında örgütlenen faşizmin kaynakları, Anadolu kentlerinin dönüşümü kadar, ömürlük bir emek direnişi de var bu hikâyede.

Türkeş de var, Kuran da

Gül Kitabevi’nin varlık nedeni olan Eşref Odabaşı ve işi birlikte yürüttüğü yeğeni Sait Akıllı aslen Yozgat Yerköy’lü. Ailenin geçim derdi sırtına bindiğinden, günde 18 saat mesaiyle bir fırında çalışmaya başladığında Odabaşı 11 yaşındaydı. Şimdi gülerek “O zaman sıkı bir antikomünisttim ama” diyor. Abisinin “solcu” olduğunu duyduğunda “Vah vah” diye içi karalar bağlamış; “Solcu dediysem de CHP’nin az solu”... Zaman içinde abisinin arkadaşlarından, okuduğu kitaplardan etkilenmiş, “yoksul bir fırıncının aradığının” solda olduğunu keşfetmiş. Sabaha karşı ekmek hamurunun kabarmaya bırakıldığı o 45 dakikada fırlayıp diğer fırıncı çıraklarını örgütlemiş 20’lerinde bir genç o. Dört yıl üst üste grev yapmışlıkları vaki.

Siyasetle daha doğrudan teması, “kökenim” dediği TİP ve 1991’den sonra HEP, DEP, HADEP hattı üzerinden. Odabaşı, son yerel seçimlerde HDP Belediye Eş Başkan Adayı’ydı.

1987’de ablasının altı bileziğiyle, üç yıl önce açılmış olan Gül Kitabevini devraldı. Kitap deyince gözleri başka parlıyor Eşref Bey’in, fırında çalışırken aldığı Ahmet Telli’leri, satın alamayıp da okşadığı kitapları anlatıyor şimdi.

Siyasi faaliyetleri nedeniyle iki yıllık cezaevi arası dışında hep kitabevinin başındaydı. Gelirlerin çoğunun geldiği kırtasiye kısmıyla kitabevini ayakta tuttu. Hiçbir derneğin, örgütün faaliyet gösteremediği 80 sonlarında burası 13 metrekareden 460 metrekareye büyüyen bir sığınak işlevi gördü. “Tipik solcu kitabevi hiç olmadık. İsteyen Türkeş’in kitaplarını da aldı, isteyen Kuran” diyor Odabaşı. İşte onları da yaktılar o gün.

‘Bizi yakacak mısınız yani?’

Peki Kırşehir bu noktaya nasıl geldi? Dayısıyla birlikte büyüyen, Mersin’de turizm-otelcilik okuduktan sonra kitabeviyle ilgilenmeye başlayan Komünist Partili Sait Akıllı zaten dükkânda büyümüş. Kentteki Kürtlerin 100-150 yıllık mazisi olduğunu, yerlisinden daha az yerli sayılmayacağını anlatıyor; Odabaşı da muhafazakârının bile demokrat, kadınların birçok Anadolu kentine göre özgür olduğu Kırşehir’i... “Kürtlük, Türklük meselesi hiç olmadı burada” diyor Akıllı, “Öngöremedik ama naif olduğumuzdan değil, gerçekle örtüşmediğinden. Organize bir plan, yönlendirme olmadan Kırşehir’de yaşanacak şey değildi bu.”

Odabaşı, HDP’li yeni süreci işaret ediyor: “Farklı kimliklerin bir araya gelerek alanlarını genişletmeleri egemenleri rahatsız etti. Sadece AKP değil, sistem bütünüyle karşı buna. MHP’yle aynı sayıda milletvekili çıkarılması hazmedilemedi.”

Çalışanlardan Sevgi Çankaya “Bizi yakacak mısınız yani?” diye kapının önünde bağırışını, “Gir içeri, sen de yan” diye bağıranları anlatıyor. Bindiği taksi dahi tartaklanmış. İçeride kalanlarsa arkadaki birinci kat camına, esnaf dostlarının dayadığı eski kapılara atlayarak, yakındaki bilardo salonuna sığınmış. O pencereyi gösteriyorlar, “Şimdi olsa atlayamayız” diyerek. Bir diğer çalışan Erol Kangal ısrarla “Ya içeride çocuklar olsaydı” diyor.

Altısının tutuklu 13 kişinin yargılandığı dava, 15 Aralık’ta Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Amaçları, net olan görüntüler üzerinden sanık sayısını artırmak ve diğer zarar verilen iş yerleri dosyalarıyla birleştirilmesini sağlamak. Tuhaftır, aynı güne ait, sanıkların ortaklaşabildiği dosyalar ayrı görülme gayretinde. Böylelikle örgütlü, organize bir eylem olmaktan çıkacak. HDP binasının Ağustos’ta taşlanmasıyla ilgili dava için gittikleri Adliye’de, tesadüfen o gün saldırılan çay ocağıyla ilgili duruşmanın, mağdurlara haber verilmeksizin görüldüğünü öğrenmişler.

Yakında yakılan binada tadilat başlayacak, ellerinde ne varsa Gül Kitabevi’nin eski yerinde tekrar açılması için kullanacaklar. Gerçek bir direniş öyküsü bu.

“Ben MHP'liyim. Özür dilerim”

Her şeye rağmen onları ayakta tutan şey destek ve dayanışma. Bir hafta boyunca çuvallarca yanık malzemenin dışarı çıkarılması işini, gönüllü üniversite öğrencileri üstlenmiş. Tanıdık, tanımadık bir dolu insan sayesinde günlerce telefonları susmamış. Yayıncılar Birliği'nden, irili ufaklı yayınevlerinden aldıkları kitap desteğini, şu an sergileyebilecekleri mekânları yok, özenle yeni dükkân için saklıyorlar. “Bu, parayla satın alınamayacak güç” diyor Sait Akıllı.

İçerde yanan kitapların dışında, zarar görmüş, ticari değeri kalmamış test kitapları da varmış. Hepsini Eğitim-Sen'e ihtiyacı olan gençlere dağıtılmak üzere vermişler. Ne acayip bir dayanışma ağı...
Yağma ve yakma görüntülerini, çoğu çok sonra izleyebilecek gücü bulmuş kendinde. Bakıyorlar ki dükkândan alışveriş eden de var, biri bildikleri esnaf, biri bilmem kimin çırağı... Bir tür şehrin itibarını savunma refleksiyle “Dışarıdan geldiler” gibi bir görüş vardı ama hayır, sanıkların tamamı Kırşehirli, çevre illerde doğmuşsa bile Kırşehir'de yaşıyor.

O günden sonra doğrudan bir tatsızlık yaşamamışlar ama oradan alışveriş edilmemesi için telkinler kulaklarına geliyormuş. Ama şu da olmuş. “Ölüye yatmış bir şehirdi Kırşehir o gün, kimse gördüğünü de görmedi” diyen Sevgi Çankaya, birinin yeni dükkândan kitap alırken şöyle dediğini söylüyor: “Ben MHP'liyim. Özür dilerim.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir tava bir kepçe 19 Nisan 2017

Günün Köşe Yazıları