Pınar Öğünç

Bertrand: Gazeteci taraf seçmek zorunda değil

18 Kasım 2016 Cuma

Les Jours (https://lesjours. fr/) için çalışan Fransız gazeteci Olivier Bertrand, 11 Kasım’da haber yapmak için bulunduğu Gaziantep’te gözaltına alınmış, üç gün sonra da sınır dışı edilmişti. Döndükten sonra, gördüğü dayanışma ve “duygusal seferberlik” için, gazetesine yeni aboneler kazandırdığı için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hitaben bir “teşekkür” mektubu yazdı. Bertrand, “Bu keyfi tutuklamayla, üç gün içinde muhataplarımın anlattığı tutuklu ve mahkûm haklarına polisiniz tarafından nasıl yeterince saygı gösterilmediği gerçeğini müşahede edebildim” diyordu.

OHAL tecrübesi

Türkiye’ye ilk kez 12 yıl önce gelen ve yıllardır yakından takip eden gazetecinin Gaziantep’ten önce çalıştığı konu OHAL sürecindeki hak ihlalleriydi. Bizzat yaşadıklarını da ekleyebileceği yazısı üzerine şu an çalışıyor. Biz o Kafkaesk diye tarif ettiği üç günü, yanındaki İnce Memed’in boşluklarına not alarak geçirdiği geceyi ve Türkiye’nin dışarıdan nasıl göründüğünü konuştuk.

- Türkiye’ye dair hususi bir merakınız var. Nedir bu kadar ilginizi çeken?

Bana büyüleyici geliyor. Türkiye iki kıta, iki dünya arasında bir menteşe gibi. Aynı zamanda son dönemde burada yoğunlaşan hangi konu varsa bizi de ilgilendiriyor: Kaotik sınırlar, İslam ve sekülerizm, yükselen otoriteryan rejim, toplumsal özgürlüklerde kayıp, zorlaşan Avrupa entegrasyonu...

- Özellikle OHAL sonrası başına her şeyin geleceğini bilerek çalışan yabancı bir gazetecinin haletiruhiyesini anlatır mısınız biraz?

Yabancı gazetecilerin, sanırım bağımsız çalışan Türkiyeli gazetecilerin temel endişelerinden biri haber kaynaklarını tehlikeye atmak. Avrupa’daki birçok kişi gibi ben de Türkiye’de 130’dan fazla gazetecinin mesleklerini yapmaktan ötürü cezaevinde olduğunu biliyorum. Bu, her an ajanlıkla, dış mihrak olmakla suçnanabileceğiniz, gözaltına alınıp sınır dışı edilebileceğiniz korkusuyla baş etmenizi gerektiriyor. Yine de birçok Türkiyelinin yaşadığından daha az tehlikeli. Gazeteciler açısından durum uzun zamandır böyleydi ama son birkaç aydır tehlikenin arttığını hepimiz biliyoruz. Bunun tek sebebi var, yetkililer dengeli bir haber yapmak için görüştüğünüz biriyle aslında işbirliği içinde olduğunuzu kolaylıkla varsayabiliyor. Türkiye şu anda tehlikeli bir şekilde kutuplaşmış durumda. Fakat gazeteciler kendilerine taraf seçmek zorunda değildir.

- Gözaltı ve sınır dışı aşamasında neyle suçlandığınızı asla öğrenemediğiniz ve nereye yazdığınızın bile sorulmadığı doğru mu?

Sadece Gaziantep’teki karakolda bir polis bana orada çalışabilmek için izin almam gerektiğini söyledi. Açıkçası bilmiyordum, bunu anlattım. Ondan sonra da kimse benimle konuşmadı. Geri Gönderme Merkezi’ndeki polisler bağlantılarımla ve telefonumun şifresiyle daha fazla ilgilendiler. Şifremi verirsem, Fransa’ya daha çabuk dönebileceğimi söylediler. Tabii ki vermedim.

Avrupa’nın rolü

- Geri Gönderme Merkezleri gazetecilerin, hatta avukatların zor girebildiği yerler. Orada da haberin içine düşmüşsünüz, nelere tanık oldunuz?

Evet özgürlüğümden mahrum kalmak aynı zamanda bu konuda çalışma fırsatı demekti benim için. İstanbul’dakinde yerde sadece bir kilim olan boş bir odada tek başıma tutuldum. Gaziantep’deyken genç bir İranlıyla hücredeydim. Buralarda avukat yüzü görmeden, dışarıda kimseyle bağlantıya geçemeden aylarca tutulan erkeklerle konuştum. Korkunçtu, hiçbir haklarına riayet edilmiyordu. İlk vardığımda Türkçe yazılı birtakım kâğıtları imzalamamı istediler. Türkçem yok, çevirmen yok. Bu arada tüm bu mağdurların haklarının korunması anlamında rol üstlenmeyen Avrupa’nın bencilliğini de asla aklımdan çıkarmıyorum.

- Yaşar Kemal’in İnce Memed’inin Fransızca çevirisi yanınızdaymış ve hatta boş yerlerine notlar almışsınız. Buna neden izin verdiler sizce?

Belki de edebiyatın gücünün farkında değillerdi. Tabii benim parmak ucu kadar kalmış bir kurşun kalem bulup notlar alabileceğimi de düşünmemişlerdir.

- O gece neler geçti zihninizden?

Onların korkmuş olabileceğini düşündüğümden ailem hep aklımdaydı. Moralimin yüksek, sakin ve kararlı olduğumu, o sırada söyleyebilmek, onları rahatlatabilmek isterdim. Haber kaynaklarımı düşündüm. Bir de tabii işimi, Fransa’ya döndüğüm zaman bütün bunları nasıl anlatacağımı...

- Türkiye’ye yakında ya da bir daha gelebileceğinizi umuyor musunuz?

Zor olacağını tahmin ediyorum. Giriş yasağı konabilir. Sadece işimi dürüstçe yaptım ama tam tersi görülüyor. İçişleri Bakanı’nın beni Türkiye’yi istikrarsızlaştırmakla ve düşmanlarıyla işbirliği yapmakla suçladığını biliyorum. Ama benim aylardır yazdıklarımı okursa onun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partilileriyle de görüştüğümü, o anlamda onlarla da işbirliği yaptığımı görecektir. Türkiye’nin ya da hükümetin düşmanları olabilir, ama onlar benim düşmanım olmak zorunda değil. Ben sadece gazeteciyim. Düşmanım yok, suç ortağım yok. Sadece beni tam ne olduğuna, dürüstçe, özgürce ulaşmama olanak tanıyacak farklı haber kaynaklarım var. Korkarım Türkiye’de bunu anlatabilmek gittikçe zorlaşıyor. Gazetecilerin üzerindeki baskı her an artıyor. Cumhuriyet’in yaşadıkları ortada.

Tutuklulara mesaj

- OHAL nedeniyle mektup alamıyorlar ama gazete okuyabiliyorlar. Tutuklu Cumhuriyet yazar ve yöneticilerine bir diyeceğiniz var mı?

Üç günlük hikâyemin onlarınkiyle asla karşılaştırılamayacağını, benim gibi birçok Avrupalı gazetecinin onların koşulları üzerine kafa yorduğunu söylemek isterim. Mesleklerinin hâlâ çok önemli, hatta Türkiye’de her zamankinden daha önemli olduğunu, bu üç günün Türkiye’de olup bitenleri gazetemde anlatmak konusunda beni daha kararlı kıldığını bilsinler. Ve mesleğimizin bütün mensuplarının, Cumhuriyet’in tüm çalışanlarının işlerini yaparkenki cesareti ve inadı dolayısıyla gurur duyduğunu...

‘Çok tehlikeli bir dönüşüm yaşanıyor’

- Bu tecrübeyi Kafkaesk olarak tanımlıyorsunuz. Bunu size söyleten en garip an neydi?

Nerede olduğunuzu, kimle konuştuğunuzu, başınıza ne geleceğini asla bilmiyorsunuz. Bir yandan her şey çok keyfi ilerliyor, ama bir yandan polis memurları durmadan kâğıtlar dolduruyor, damgalar vuruyor, bir şeyler yapıyor. Örneğin kimsenin beni gerçekten muayene etmediği hastanede, bütün kâğıtlar itinayla dolduruldu, mühürler, damgalar vuruldu. Çok Kafkavari bir bürokrasiydi gördüğüm.

Sismik bir ülke

- Bu durumla ilgili Kafkavari deyince akla önce “Dava” geliyor. Ama Türkiye son dönemde başka bir Kafka kitabını, “Dönüşüm”ü hatırlatan bir dönem yaşıyor. Bu ülkeyi uzun süredir takip eden biri olarak bu neyin dönüşümü sizce?

Güzel bir soru. Türkiye sismik bir ülke benim için; sadece coğrafi açıdan değil, politik ve sosyolojik nedenlerle, sınırlarınız ve geçmişinizden dolayı da böyle. Son yüzyılda Türkiye’nin kimliğini inşa ediş şekliyle böyle. Bu yüzden çok şey sıklıkla değişiyor. Bazen hayli hızlı olabiliyor bu. O korkunç temmuz akşamından sonra yaşanan kolektif travma bazıları tarafından kullanıldı ve şu an bence çok tehlikeli bir değişim yaşanıyor. Hak ve özgürlükler açısından çok tehlikeli bir dönüşüm bu. Belki, evet yaşanan sosyolojik manada da bir dönüşüm.

ERDOĞAN’A MEKTUP

Olivier Bertrand, sınır dışı edildikten sonra cCumhurbaşkanı’na hitaben bir mektup yazarak kamuoyuyla paylaştı. Fransız gazeteci yazdığı mektupta “Döndüğümden beri, her çıktığım TV veya radyo programında, her röportajda Türkiye’deki endişe verici dönüşüm, işkence ve demokrasi görüntüsü arkasında oluşan diktatörlüğü tasvir eden diktokrasi hakkında konuşma fırsatı yakaladım” dedi. Mektup “Sayenizde, Türkiye hakkındaki çalışmalarımıza daha fazla asılacağız. Yarın, polislerinizle beraber geçirdiğim o üç günü yazarak işe başlıyoruz” ifadesiyle bitiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir tava bir kepçe 19 Nisan 2017

Günün Köşe Yazıları