Adnan Binyazar

Umut depreşmeleri

04 Mart 2022 Cuma

Mustafa Kemal Atatürk sanki, dünyanın dengesini bozacak bir savaşın eşiğinde olduğumuzu yüzyıl öncesinden sezerek uyarmış: “Derhal şu veya bu sebepler için ulusu harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: milleti harbe götürünce vicdanımda azap duyamamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe harp bir cinayettir.”      

Atatürk’ün “cinayet” saydığı bir savaş yaşanıyor. Rusya’nın çıkardığı savaş bir türlü önemli bir nedene bağlanamıyor. Savaşı çıkaranlar beş gün içinde binlerce insanın öldürüldüğünü görünce, vicdanlarında “azap” duyacaklar mı? 

BİR AYDININ İLETİSİ

Prof. Dr. Gülten Özaltın, iletisinde, duyarlıkla yaklaştığı savaşın onda yarattığı iç yükümü, insanlığın diliyle yerine getiriyor: 

Sevgili Hocam,

Barış için bile olsa savaşı sevmiyorum. Kafka’nın böceği gibi büzüldüm, haber de izlemiyorum. Halk TV’de öğrencileri izledim, yiyeceklerinin tükendiğini söylüyorlardı, hemen kanal değiştirdim. Kaçmak kurtulmak olmuyor ki! Belgesel izlemek için yeniden televizyonu açtığımda bir tankın anayolda giderken bir yana dönüşle bir arabayı altına alıp ezdiğini görünce donup kaldım. Yeniden gösterildi, tank, yolunda giderken birden yana dönüp arabayı eziyor.

Kendimi yatağa attım. Nefes alamıyorum. Acı da çekmiyorum, damarlarımdan kan değil buz parçaları geçiyormuşçasına uyuştum. Gülten Dayıoğlu’nun Fadiş’ini okumaya çabalasam da olmadı. Saatlerce kalakaldım yatakta. Size yazmaya başlayınca haykıra haykıra ağlamaya başladım. Uzun süre yazmayı sürdüremedim. Acımasızlık teknoloji aracılığıyla evlerin içine kadar giriyor.

Bu sıra hiçbir kitap ya da uğraş beni oyalamıyor. Delirmek gibi bir şey bu! Katatonik hastalara ne şekil verilirse saatlerce öyle kalması gibi, sanki büyülenmiştim. Yerime çakıldım. Ne yazık, sizin yazınızı bile okuyamadım. Bilin istedim, paylaşmak istedim. 

O tankın altında ezilen insanda hepimizin payı var. Tıpkı Aylan bebeğin sahile vuran masum bedenindeki gibi. Ölümüm çare olsa insanlığın kurtuluşu için kurban ederim kendimi.

Neden bu kadar zalim olabiliyoruz! 

YA YAŞANANLAR!

Özaltın’ın izlenimleri, TV ekranına yansıyan olayları duyumsamaktan doğan algılar. Bir de mahzenlere tıkılıp orada doğum yapmak zorunda kalan kadını, kurşunların altından kaçıp kurtuluşu başka ülkelere sığınmakta bulanların içinde ne tufanlar koptuğunu düşünelim... 

Rusya-Ukrayna savaşının daha ilk gününde Nâzım Hikmet’in dediği oldu: 

“Savaş; korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder.” 

Savaşın kanlı ortamında, yakılıp yıkılma korkusuyla yüz binlerce insan sokaklara döküldü. Orada ölümü gördü, yokluğu yoksulluğu yaşadı. Daha ilk günde kimi canından oldu, kimi bebeğini bağrına basarak başka topraklara göçecek yollar aradı. Oysa onları sığınacak yerlere ulaştıracak ne uçak kalmıştı, ne tren, ne araba... İş bitkin bacaklara düşüyordu. Onlarda da kar kaplı sokakları aşacak derman kalmamıştı. Tek seçenek, vicdan yoksunu düşmana teslim olmak ya da aklını yitirip çoluğu çocuğuyla ölümü beklemek...  

Ekranda olup bitenden habersiz çocukları, ayakta zor duran yaşlıları görünce Nietzsche’nin sözünü anımsadım: 

“Gün gelip bir şifa otağı olacak yeryüzü!”   

İnsanlığı kim esene erdirecek, “ulusun yaşamı tehlikeye düşmeden” tarih boyunca bir arada yaşayanları birbirine kırdıranlar mı! 

Oysa özgürce düşünmenin yolunu açandır Nietzsche, ona inanıp içimizde depreşen umut ışığını söndürmeyelim...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kent Enstitüleri 26 Nisan 2024
Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları