Deniz Yıldırım

Bitmeyen mağduriyet

25 Temmuz 2020 Cumartesi

AKP’nin 18 yıllık tarihi, işlerin kötüye gidişini kendisi dışındaki bir sorunla açıklamasının da tarihidir. İşler kötüye mi gidiyor; “askeri ve sivil vesayetçiler” yüzündendir, “dış güçler” yüzündendir; önce “ırkçı güçler” yüzündendir, sonra “bölücü terör” yüzündendir. “Faiz lobisi” yüzündendir. Bir süre sonra, geçmişte ittifak yaparken sonradan paylaşım kavgasına düştüğü güçler yüzündendir. “İşleri yavaşlatan, çok başlılık yaratan” parlamenter sistem yüzündendir. Bu liste uzar gider. Ne işe yarar? AKP sütten çıkmış ak kaşıktır; kendisi iyi işler yapacaktır da, hep birileri engellemekte, önünü kesmektedir” mesajını verir. İktidardayken muhalefet gibi davranmanın sırrı buradadır. Bitmeyen mağduriyet siyasetidir.

Dünkü gösteriyi izlemişsinizdir. Halkın maddi ve manevi açıdan sömürülmesinde uzmanlaşmış bir iktidarın sembolik olarak Lozan’ın yıldönümüne denk getirdiği bir açılışa sahne oldu Ayasofya.

Geçenlerde “neden şimdi” sorusunu yanıtlamıştım; üstüne de neden “Lozan’ın yıldönümü” sorusunu sorarsak konu daha iyi anlaşılır.

Türkiye sağının radikal damarında özellikle 50’li yıllardan beri hâkim olan bir açıklama tarzının sahiplenilmesidir yapılan. Bu açıklamaya göre, “Türkiye, Batılı Hıristiyan güçler tarafından esir alınmış, laiklik dayatılmış, dış güçler Osmanlı’yı yıkmış, Ayasofya müzeye bu nedenle dönüştürülmüştür.” Tezleri böyle özetlenebilir.

Bu anlatının AKP döneminde Lozan Antlaşması ile bütünleşen bir masalı daha var. Buna göre, “Lozan’ın gizli maddeleri var. Ekonomik olarak gelişmemizi engelleyen maddeler bunlar. 100 yıl sonra, yani 2023’te Lozan’ın geçerliliği bitiyor. O zaman düze çıkacağız.” Alttan alta, kulaktan kulağa yayılan bu yalan dalgası, iktidarın sürekli “2023 Hedefleri” adı altında, 2023’ü bir tür nihai kurtuluş olarak sunmasıyla, “az daha sabredin” mesajını yaymasıyla bütünleşiyor elbette.

Semboller siyaseti yeter mi?

Tam da bu yüzden Ayasofya’nın camiye çevrilmesi Lozan’ın yıldönümüne denk getiriliyor. Tipik bir semboller siyaseti örneği. Bu yolla bir tür “yeniden fetih” algısı, imajı oluşturuluyor. Çünkü temelde mesaj, “bizi Müslümanlıktan uzaklaştıranlara karşı yeniden fetih, yeniden İslamileştirme” mesajı oluyor. “Dış güçler”in yerini “iç tehditler” alıyor. Kötüye gidişe karşı “yeni bir suçlu” yaratılıyor. Başta da belirttim; işler kötüye gidiyorsa, iktidarın bu kötüye gidişi, eriyen muhafazakâr ve milliyetçi tabana kendisi dışında bir etkenle açıklaması, yeni bir umut sunması gerekir. Görünen o ki elde bu kaldı.

2023 ya da öncesinde yapılacak bir seçimin kampanyasının bu eksende kurulacağını artık rahatlıkla söyleyebiliriz. Zincirlerimizden tamamen kurtulmamız için son kez yetki istiyoruz” çağrısına doğru gidiyoruz.

Peki, yeter mi? Memleketin can yakıcı sorunları var. Geçim ve adalet derdi her şeyin önünde. Böyle bir ortamda sadece Ayasofya hamlesi yetmez iktidara. Siyasal İslamcı gündeme sıkışarak kendi etrafını daraltması bir yana, yeni hamlelere girişmesi, daha da baskıcılaşması kaçınılmaz görünüyor.

Ancak tam da bu hamleler, siyaset kurma kapasitesindeki büyük güçsüzlüğün de dışavurumu. Evet, denetimsiz bir iktidar olarak her istediğini yapabiliyor; ama her istediğini yapması, siyasal açıdan istediği sonuçları vermeyebiliyor. Nihayetinde İstanbul’da seçimleri tekrar ettirme ısrarının sonuçlarını bile öngörememiş bir siyasal akıl var karşımızda. İktidarın her hamlesine “çok iyi hesaplanmış, kesin kazandırır” gözüyle bakılmasına yol açan muhalif tutumların da hatası burada.

İnci Özkan Kerestecioğlu ile Güven Gürkan Öztan’ın derlediği, Türk Sağı üzerine nitelikli bir kitap var. Bugünkü yazıyı o kitapta yer alan “Türk Sağında Ayasofya İmgesi” başlıklı makaleyle bitirelim. Makale, M. İnanç Özekmekçi’ye ait. Özekmekçi, makalesini şu saptamayla tamamlamış: “1950’lerin sonundan itibaren milliyetçi-muhafazakâr çevrenin gündemine giren ve 1960’larla birlikte oldukça yoğun bir şekilde işlenen Ayasofya meselesi, 1980’lerle birlikte giderek önemini yitirmeye başlar... Gerek siyasetin eylemle olan bağının 80 sonrasında tırpanlanması gerekse bu yeni dönemde zaten Türk-İslamcılığın resmi düzeye taşınıp kitleleri başka yollardan etkileyebilmesi, Ayasofya gibi bir mobilizasyon imgesine duyulan ihtiyacı azaltmıştır.

Belki de bamteli sondaki ifade. Saptamaya ek yapalım: İslamcılar 80 sonrasında kitleleri etkileyip arkalarında sürükleyen başka gündemler yaratabilmişti. Sosyal ve ekonomik gündem bunlar içinde başa geçmeye başlamıştı. Bu yüzden de Ayasofya gibi sembollere ihtiyaç azalmıştı. İktidarın şimdi durduk yerde Ayasofya’ya sarılması, kitleleri eskisi gibi, özellikle de ekonomik ve sosyal mağduriyetler gündeminin arkasında toplamakta zorlanmasının, hatta bu ekonomik ve sosyal adaletsizlikleri bizzat kendisinin derinleştirdiğinin açığa çıkmasının üzerine gelmiş marjinal bir seferberlik stratejisi olarak da görülemez mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları