Mekânlar bizim belleğimizdir!

Mekânlar bizim belleğimizdir!

26.08.2023 03:00
Güncellenme:
Takip Et:

Geçmişe doğru çıktığınız yolculukta, bir zamanlar yaşadığınız anlar yalnızca kişilerle bütünleşmez. Onları mekânlar tamamlar. Bazen eski bir koltuk, yosun tutmuş duvar, çerçevesi kırılmış tablo, anılarla bütünleştirir bizi. Uzun zamandır gitmediğimiz bir sokak heyecanlandırır. Ya da yıllar sonra çocukluğunuzun geçtiği mahalleye girince özlem burnunuzda tüter. Masum dünyanın izleri duruyordur orada... Ve Voltaire’in sözü kulağınızda çınlıyordur: “Gençleri bırakınız dünyayı düşledikleri gibi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi görecekler!” 

*

Belleğimiz yalnızca çocukluğumuzun hesap defteri değildir. Tüm yaşamımızın çetelesini tutarız onda. Kırıldığımız, kızdığımız, nefret ettiğimiz, hüzünlendiğimiz, mutluluktan şen kahkahalar attığımız anların kaydı zihnimizdedir. Sadece duygularımız değil, toplumsal yaşama dair görüp geçirdiğimiz her şey bizimledir. Bellek, geçmişten gelen birikimlerin diğer kuşaklara aktarılmasıyla anlam kazanır. Geçmişle gelecek arasındaki köprü olan ve şimdinin içinde yaşadığı yer hafızamızdır. Bireylerin anılarıyla bütünleşen kolektif bellekte ortaklığımız, uzlaşımız, değerlerimiz yazılıdır. Bizim gibi toplumların da belleği vardır. Bunun ilk adımı ise kamusal alanlarda yaşanılanlardır. Bir anlamda bir toplumun ortak deneyimleri ile ortak yaşam biçiminin sonucu olarak gelişen anıların şekillendirilmesini toplumsal bellek olarak yorumlayabiliriz.  

*   

Geçtiğimiz hafta yayımlanan bir haber sarstı beni: “Bir İstiklal klasiği daha veda etti. Gezi Pastanesi kapandı.”  Gezi Pastanesi’nin sahibi Hakan Kıran, Gerçek Gündem sitesinden Sema Kızılarslan’a anlatıyor: “Yıllardır her türlü engellemeye karşı mücadele etmeye çalışıyorduk. Kimse destek olmadı. Ekonomik kısım ile ilgili zaten bir şey demiyorum. Biz İstanbul’un çağdaş terasıydık.” Aslında meselenin sadece Gezi Pastanesi olmadığını, son on yılda İstiklal Caddesi’ndeki hafızamızın da baltalandığını görüyoruz. Emek Sineması’ndan Küçük Sahne’ye Markiz’den Lebon Pastanesi’ne, Rebul Eczanesi’nden Pandora Kitapevi’ne, Denizler Kitapevi’nden Alkazar Sineması’na kadar pek çok yer artık yok! Bir süre sonra anılarımız bu mekânlarla tazelenmediği için unutulacak. Yalnızca tadilata girmesine sevindiğimiz Beyoğlu Sineması ve Muammer Karaca Tiyatrosu kalacak geriye. Bu istilanın nedenini ise sadece rant ve para olarak tanımlayamayız! 

*

Emile Zola’nın “Meyhane” romanını okuyup, allak bullak olmayan yoktur. Paris’in arka sokaklarında bir ailenin çöküş serüvenine tanıklık ederken can yakıcı, korkunç hatta acımasız dünyaya lanet ederken buluruz kendimizi. Sevgilisi Lantier ile birlikte kenar mahalleye yerleşen, bir çamaşırhanede çalışmaya başlayan Gervaise Macquart’ın çaresizliğinin, çıkışsızlığının esiri oluruz adeta. Gervaise ekseninde bir işçi ailesinin kaçınılmaz düşüşüne tanıklık eder, aile bağlarının çözülüşüne, dürüstlük duygusunun yitirilişine, büyük bir aşktan sevgisizliğe doğru ilerlenen o yıkıcı geçişe katlanamayız. Kitabı okuyanlar da Paris’in yoksul mahallelerinde dolaşırken daha çok işçilerin buluşma yeri olan bir meyhanede soluklanıp, bira ve sidik kokan ucube mekânda tabureye tüneyip gelene geçene bakarlar. Aslında Zola, 1500’lü yıllardan itibaren, zihnimizde Paris’te meşruluk kazanan içki satan lokantaların farklı bir görünümünü verir. Şehir merkezinde kalburüstü insanların gittiği, şık, beyaz masalar yerine bambaşka bir manzara sunar. Bir o kadar da tekinsiz yerlerdir her biri. Bir yandan da bugün artık turistik bir “sektör”e dönüşmüş “pub”ları zihnimizde darmadağın eder. Böylece mekân üzerine düşünürken aynı zamanda buluşma yerlerinin toplumsal belleğe de etki ettiğini anlarız. 

*

Mekân, her zaman insan ruhuyla değerlenir. Mekânın ruhu, yerin anlamı, her dönemde otoriter anlayışların korkulu rüyası olmuştur. Mekânın taşıdığı politik anlamın gücü, iktidar sahiplerinin her zaman muktedir olamayacağını ifade eder bize. Yerlerin anlamından korkan iktidarlar, ötekileştirirler, tahrip ederler, yok etmenin öfkesini intikama dönüştürürler. Bütün mesele, mekânın taşıdığı politik anlamdır. Hıncını yapıdan, ağaçtan, anıttan, yani toplumsal belleğe kattığı ne varsa ondan almaya başlarlar.

*

Cumhuriyet rejimiyle hesaplaşma her dönemde kendini gösterdi. Karşıdevrimciler, fırsatını buldukları her anda, Cumhuriyetin simge mekânlarına yönelik bir tahribat ve yok etme girişimi içinde oldu. Özcesi, mekânsal intikam peşinde koştular. Sözgelimi, Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyetiyle 1937 yılında halka emanet edildiği halde, kısa bir süre sonra talan edildi. Atatürk’ün vefatından dokuz ay sonra başlayan kayıplar, Demokrat Parti iktidarında zirve yaptı. Askeri darbelerle birlikte Atatürk Orman Çiftliği parça parça kamusal kullanıma kapatılarak Atatürk’ün vasiyetine aykırı bir biçimde halktan koparıldı. 

*

Biz bireysel tarihimize de toplumsal tarihimize de sahip çıkmada küme düşmek üzereyiz. Oysa kentsel belleğin sürekliliğinin sağlanması, geçmiş ve geleceğin arasındaki zorunlu bir köprüdür. Bu köprü yıkılırsa gelecek de eksik kalır.

Yazarın Son Yazıları

Kapitalizmin laneti futbolda şike...

Sam Shepard’ın yazdığı “Aç Sınıfın Laneti” vahşi Amerikan rüyasının çöküşünü bir çiftlikte yaşayan dört kişilik ailenin hikâyesi üzerinden anlatır bize.

Devamını Oku
06.12.2025
Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025