‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

08.03.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Onların adları söylenir söylenmez nasıl öldürüldükleri geliyor aklımıza. Çünkü her birinin katledilme yöntemi uğranan acımasızlığın akıl almaz boyutlarını ortaya koyuyor. Aralarında evladının gözü önünde boğazı kesileni mi ararsınız? Yoksa ağır işkenceler sonrasında defalarca bıçaklananı mı? Her birinin üzerinde denenen farklı öldürülme yöntemiyle, bedeni testere ile kesilerek parçalananı, bir varilin içinde yakılmaya çalışılanı, kafası duvara defalarca vurulanını düşündükçe altüst oluyoruz. Bir süre sonra gazetelerde üçüncü sayfa haberi oluyorlar sadece. Bu ülkede kadınlar katledilmeye devam ediyor. 2024 yılında tam 394 kadın şiddet kurbanı olarak yaşamından oldu. Bugüne kadar erişilen en yüksek sayı bu. Çünkü çok uzun zamandır yolda, sokakta, çarşıda, pazarda, evde, işyerinde, sosyal medyada güvende değil kadınlar. Uluorta gülmenin ayıp sayıldığı, yalnızca anne olmanın takdir edildiği, evde oturmanın meşrulaştırıldığı, bedeninin utanılacak bir nesne olduğu bir coğrafyada soluk almaya çalışıyor her biri. Dahası uğradığı şiddetle mücadele etmeye çalışan kadınlar, bir yandan da dertlerini önce ailelerine, sonra da çevrelerine anlatmada zorlanıyor, onların baskısından sıyrılmaya çalışıyor. Şiddet saklanacak, utanılacak, üstü kapatılacak bir unsura dönüşüyor. Bugün kadına şiddet kalın çizgilerle her şeyin önüne geçiyor. Oysa konuşmamız gereken sadece kadınların öldürülmeleri mi? Geleceğe ilişkin düşleri yok mu kadınların? Hayattan istekleri? Beklentileri?

***

Erendiz Atasü’nün “Kadınlar da Vardır” kitabındaki aynı adı taşıyan öyküsünde Servet, rahim kanseri teşhisi konulduğu anda yüzleşmeye girer kendisiyle. Eşine ve çocuklarına bir hayat adamasına rağmen,  herbirinin yeni sürecinde bencilce bir tavır alacağına emindir. Servet kendini sorgularken doktoru Gülşen de ondan farklı değildir. Gülşen de evliliğinde, kocasının kendisini belli roller içinde benimsemesinden, gündelik yaşamda çocuklarına anne, erkeklik arzusunu karşılamada bir kadın objesi, evin hizmetkârı olarak görmesinden mutsuzdur. Erkeklerin sınırladığı dünyada farklı statüde, eğitimli eğitimsiz, varsıl yoksul, çalışan ev hanımı olsalar da yaşadıkları ortaktır. Bu ülkede kadınların umutları çalınmaktadır.

***

Henüz bir üniversite öğrencisiyken kuşağımın üstünde etkisi tartışılmaz olan “Pazartesi” dergisinin her hafta yeni sayısının çıkmasını bekliyordum. Clara Zetkin’den Anne Philips’e, Emma Goldman’dan Kate Millet’a uzanan çizgide okumalar yapıyordum. O yıllarda Türkiye, siyasetinde ilk defa “kadın başbakan” olgusunu yaşıyordu. Memleket Behice Boran, Rahşan Ecevit gibi parti başkanları pekâlâ görmüş, bir kadın başbakan deneyimini yaşamamıştı. Ama o kadın başbakan, kendi cinsine yönelik olumlu bir adım atmayı geçtim, kamusal alanda kendisine biçilen rol gereği kan kusturuyor, piyasacılığın, ferdiyetçiliğin ve milliyetçiliğin önünü açıyordu. Sistemin ekonomik, kültürel, siyasal ve hukuksal alanda zapt ettiği kalelerini çoğaltmak için sadece erkek olmanın gerekmediği net bir biçimde ortaya çıkıyordu. Nitekim bu muhafazakârlıkla daha da güçlendi, erkek şiddetine maruz kalan kadınlara çığlık atmaları bile önerildi.

***

Bugün elimizdeki tek kazanım hukuksal düzlemde Cumhuriyetin ilk dönemi içinde yapılanlar olarak karşımızda duruyor. Laiklik ilkesinin fiilen ve hukuken hayata geçirilmesi bakımından Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı ile arasındaki gecikme süresinin telafisi, ekonomik gecikmesinin telafisine kıyasla çok daha hızlı oldu. Ancak şunu belirtmek gerekir, laikliğin toplum tarafından sindirilme sürelerini kapsamadığı için yetersiz kaldığı da ortada. Laiklik ile uluslaşma arasındaki doğru bağ, bize ümmet ideolojisinin yenilmesine dair önemli bir ders verir. Sonuçta bu destekle Latin harflerine geçildikten sonra eğitim seferberliğinin 10 yıl içinde okuma yazma oranının birkaç katına çıkmış olmasıyla, eğitim birliğinin sağlanması ve hilafetin kaldırılmasıyla, medeni kanunun kabulüyle ve laikliğin önce CHP programına ardından da 1937 yılında anayasaya girmesiyle de bu atılım bağlantılıdır.

***

Dünyada yeniden milliyetçiliğe bulanmış sosla ırkçılığın yükseldiği bir dönemde aydınlık dönemin onurlu mücadelesini yaşayan kadınların adları düşüyor önümüze. İşgal döneminde Sultanahmet Meydanı’nda Halide Edib Adıvar’ın ölümü pahasına yaptığı konuşmayı anımsıyoruz. Nezihe Muhiddin gibi tarih defterinden sildirilmeye çalışılan bir kadın mücadelesi öncüsünün direnişine tanıklık ediyoruz. Ülkemizde siyasal anlamda verdiği hak kavgasını düşününce Nakiye Elgün’ün adı bir bayrak gibi dalgalanıyor. Fatma Aliye’nin gözyaşıyla harmanlanmış her satırının ardında direncin çığlığı var. Halet Çambel’in, ilk defa olimpiyatlara katılan kadın eskrimcimizin, Hitler’in görüşme talebini reddetmesinin onurunu taşıyoruz.

***

Şunu hatırlatmakta fayda var: Aralarında az sayıda sistemin getirisini savunanlar çıksa da kız kardeşliği savunan, dünyanın her yerinde halayın başında kadınlar yer alıyor. Sahiciliğin, içtenliğin, doğallığın, karşılıksız sevginin, yalınlığın incelikli ezgisi onlardan yayılıyor dünyaya. Öldürülen dostlarımızın acısıylayız. Artık adları mezar taşlarında karşımıza çıkanlarız. Çünkü hep varız. El ele tutuştuğumuzda rüzgârız, birbirimizi sardığımızda çıplak bedeni örteriz, birlikteyken kurşun yarasına pansuman oluruz. Morarmış göze merhem, kilitlenmiş kapıya anahtarız.

***

Sizin uykularınıza gireriz yeri geldiğince... Ama bizim üzerimizden namus bekçiliğine soyunmanıza asla izin vermeyiz. Bu dünyada söyleyecek sözümüz, büyük yazarlardan, düşünürlerden, en önemlisi kendi coğrafyamızın mücadeleci kadınlarından aldığımız umudumuz hâlâ var. O yüzden yüksek sesle birbirimize seslenme erdemini gösteriyoruz:

Susmayın kızlar susmayın

Korkmayın kızlar korkmayın

Yalnız değilsiniz unutmayın!  

Yazarın Son Yazıları

Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025
Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Devamını Oku
15.02.2025