“Konuşulması gereken yerde suskunluk, yüklenilen bir suç ortaklığıdır. Ortaklaşa suçtur.”
J.P. Sartre
23 Nisanlar gerçekte özeleştiri yapmamızı ve çözümler üretmemizi gerektiren önemli günler. Bu tarih, dinsel-geleneksel bir siyasi otoriteye karşı ulus egemenliğine dayanan ulus devletin kurulacağını müjdeleyen bir tarih.
Başka bir yazımızda da dile getirmiştik: 20. yüzyılın en ünlü filozoflarından J. Paul Sartre, konuşulması gereken yerde susmanın suça ortak olmak yani ortaklaşa suç anlamına geldiğini yazmıştı. Bu nedenle, önemli günlerde söylenmesi gerekenler, mutlaka söylenmelidir.
Ulusal egemenlik, bir ulusun kendi kaderini belirleme hakkına sahip olması, ulusun istencinin üstünde başka hiçbir gücün bulunmaması, yani yönetimin kaynağının halk olduğu anlamına gelir.
ULUSAL EGEMENLİĞİ KUTLAYABİLMEK
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ulusal egemenliği, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek tanımlamıştır. Ulusal egemenlik, tam bağımsızlık idesi ile yakından bağlantılıdır. Bu ide de bir devletin iç ve dış işlerinde bağımsız hareket edebilmesini, halkın istencine dayalı bir yönetim biçiminin varlığını öngörür. Bu yönetim biçimi, halkın seçimle işbaşına getirdiği temsilciler aracılığı ile yönetime katıldığı demokratik bir yapıdır.
Ulusal egemenlik, halkın yönetime katılmasını sağladığı, hukukun üstünlüğünü güçlendirdiği, temel hak ve özgürlükleri koruduğu ve bağımsız karar alma süreçlerini desteklediği için ulusun yararınadır. Çünkü bireyin sesinin duyulmasını, toplumsal adaleti ve bağımsızlığı güvence altına alır.
Türkiye’de ulusal egemenliği ve istenci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temsil etmesi gerekir. Ne var ki son 25 yıldır anayasada yapılan çeşitli değişiklikler ve Türk tipi başkanlık sisteminin kabulü ile ulusal egemenliğin yitirildiğini, TBMM’nin artık söz sahibi olmadığını, hukukun üstünlüğünün kalmadığını; temel hak ve özgürlüklerin çiğnendiğini; toplumsal adaletin yok olduğunu; bireyin sesinin kısılıp halk istencinin göz ardı edildiğini ve yönetimin aşırı baskıcı hale geldiğini üzülerek gözlemlemekteyiz. Bu koşullarda “Ulusal Egemenlik Bayramı”nı nasıl kutlayacağız?
ÇEDES’Lİ, MESEM’Lİ EĞİTİM!
Öte yandan, çocuklarımıza armağan edildiği için gurur duyduğumuz 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda çocuklarımız giderek artan sayılarda sokaklarda ve kendilerine uygun olmayan iş ortamlarında çocukluklarını hiç yaşamadan büyümeyi sürdürüyorlar. Baskıcı yönetim onlara yoksulluk ve açlığı; ÇEDES ile gerici ve çağdışı uygulamaları; MESEM ile sermayenin köleliğini getiriyor. Basında yer alan haberlere göre, 11-17 yaş gurubunda 178 bin 834 çocuğumuz hakkında, yaralama, hırsızlık, uyuşturucu satmak, tehdit gibi suçlardan işlem görülmüş durumda. Çocukların masumiyetlerini yitirdikleri böyle bir ortamda bir çocuk bayramı nasıl kutlanır?
Türkiye Cumhuriyeti bu karanlık manzarayı hiç hak etmiyor. Bu nedenle, bu 23 Nisan’da “Bir halkın en büyük gücü kendi istencidir” diyor, baskıcı yönetimin bize yaşattığı tüm baskı ve zorluklara karşın Atatürk’ün mirası olan ulusal egemenliğe ve onun “geleceğin ışıklı çiçekleri” olarak nitelediği tüm çocuklarımıza ne pahasına olursa olsun sahip çıkacağımızı duyuruyoruz.
PROF. DR. NECLA ARAT
KADIN ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ BAŞKANI