
Mustafa Kemâl Paşa’nın Ankara’da Seymenler Tarafından Karşılanışı (1919), Kurtuluş Savaşı Müzesi (I. TBMM Binası), Ressam Mehmet Saip Tuna.
Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı topraklarını Avrupa devletleri arasında paylaştıran Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında, Mustafa Kemal’in öncelikli düşüncesi, “ulusal birlik” düşüncesiydi. Bunun arkasından gelen ikinci inancı şuydu: Türk ulusu, uğradığı bütün yıkımlara karşın, kendini ve ülkesinin “Türk” olan kısımlarını kurtaracak ve gerçekten bağımsız olarak onurla yaşayacak güç ve azimdeydi. Mustafa Kemal, Türkün sonsuz kahramanlığına, ilerleyip yükselme yeteneğine, deha ve kudretine inanmış bir kimseydi. Onun üçüncü düşüncesi; Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğratan İtilaf Devletleri’nin sıklıkla kullandıkları “insanlık”, “uygarlık” ve “adalet” gibi kavramların, amaçlarına erişmek için kullandıkları birer bahane olmalarıydı. Mustafa Kemal’in dördüncü düşüncesi ise artık kendi gün ve saatinin gelmiş olmasıydı. O, ulusunun önüne geçecek ve ulusuyla birlikte kurtuluş yolunda yürüyecekti.
Osmanlı Devleti, iki üç yüzyıldan beri durmadan küçülen, her 15-20 yılda vilayetler ve eyaletler kaybeden bir devletti. Öte yandan, 16 Ağustos 1838’de İngiltere ile imzalanan ticaret anlaşmasıyla, önceden beri var olan kapitülasyonlar ekonomik açıdan ezici bir nitelik kazanmış ve sonuçta, bütün büyük devletler aynı haklardan yararlanmaya başlamıştı. Bunlar, devlet güçsüzleştikçe daha ağır basan adli kapitülasyonlarla birlikte Osmanlı Devleti’ni bağımsız bir devlet olmaktan çıkarmaktaydı.
Böyle bir ortamda Osmanlı aydınlarının çoğunluğu, savaşta yenilmiş ve büyük bir yıkıma uğramış olan Osmanlı Devleti’nin Türk halkının, savaşı kazanan devletlere kafa tutabileceğine ve eskisinden daha güçlü bir konumda ortaya çıkabileceğine inanmıyordu. İşte Osmanlı’da böyle bir karmaşa dönemi yaşanırken Mustafa Kemal Paşa, işgalci güçlerden İngiltere’nin önerisiyle, Samsun’da yer alan olayların soruşturulması gerekçesiyle Osmanlı hükümeti tarafından 9. Ordu Kıtaları Müfettişliği’ne atanmıştı.
SEYMENLERDEN ÖZEL KARŞILAMA
Mustafa Kemal’in Anadolu topraklarının iç ve dış düşmanlardan kurtarılması amacıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlattığı eylemler çerçevesinde, Amasya Genelgesi (21-22 Haziran 1919) yayımlanmış, Erzurum (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) ve Sivas Kongreleri (4-11 Eylül 1919) toplanmıştı. Nihayet bu güçlüklerle dolu yolculuk, Ankara’da 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasıyla yeni bir evreye dönüştürülmüş olacaktı. Ankaralılar 27 Aralık 1919’da, hiçbir resmi unvanı ve sıfatı olmayan Mustafa Kemal’i coşkuyla bağrına basmıştı. Milli kıyafet giymiş seymenlerle birlikte bütün halk, “Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz” diye haykırmaktaydı. Mustafa Kemal, Ankaralılara teşekkür eden kısa bir konuşma yaptı ve saat 15’te hükümet konağına girildi. Burada bir süre dinlenen kafile, daha sonra konuk edilecekleri Kalaba’daki Ziraat Mektebi’ne geçmişti.
‘HEYETİ TEMSİLİYE MERKEZİ ANKARA’DIR’
27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelişini Mustafa Kemal, Nutuk’ta şöyle ifade etmekteydi: “Sivas’tan Kayseri yoluyla Ankara’ya hareket eden Heyeti Temsiliye, bütün güzergâhında ve Ankara’da, büyük milletimizin sıcak ve samimi vatanperverane tezahüratı içinde karşılandı. Milletimizin gösterdiği birlik ve azim eseri, memleketimizin geleceğinin temini hakkındaki kanaatleri sarsılmaz bir surette destekleyici mahiyettedir. Şimdilik Heyeti Temsiliye merkezi, Ankara’dır.”
Mustafa Kemal, Ankara’ya gelişinin ertesi günü, Ziraat Mektebi salonunda kent ileri gelenleriyle yakın yerlerden gelmiş olan heyetler ve ticaret, zanaat sahiplerinden oluşan bin kişiyi aşkın kalabalık karşısında bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında Mustafa Kemal, özetle şu noktalara değinmekteydi:
İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’na uymamış ve Osmanlı Devleti’ni sömürge altına almaya ve büsbütün parçalamaya yönelmişlerdi. Bu davranışlarına gerekçe olarak da Türklerin, Müslüman olmayan toplulukları eşitlik ve adalet ilkelerine dayanarak yönetme yeteneğine sahip olmadığı, genellikle girdikleri her yeri harap ettikleri gibi savlar ileri sürmüşlerdi. Mustafa Kemal, konuşmasını şöyle sürdürdü:
TOPLUMSAL ÇABANIN ÖNEMİ
“Bireyler düşünür olmadıkça kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya fena yönlere sürüklenebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin kendi geleceğiyle doğrudan doğruya ilgilenmesi gerekir.” Ulusal örgütün güttüğü amacın, vatanın parçalanmaktan ve ulusun tutsaklıktan kurtarılmasına yönelik olduğunu da vurgulayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin olarak şu önemli açıklamada bulunmuştu: “Bence bundan sonra da pek önemli vatan ve millet görevimiz vardır. Bu bağlamda iç durumumuzu düzeltmek ve ilerlemiş uluslar arasında etkili bir organ olabileceğimizi eylemli olarak kanıtlamamız gerekir. Bu amaçta başarılı olmak için siyasal çabalardan çok, toplumsal çabalara gereksinme vardır.”
Mustafa Kemal Atatürk, bir toplumu oluşturan bireylerin düşünür olmasının altını çiziyor ve böylelikle bireylerin, kendilerini yöneten iktidarlarca onların istedikleri ve amaçladıkları yönde sürüklenmelerinin önüne geçilebileceğini vurguluyordu.
DOÇ. DR. HÜNER TUNCER