Türkiye bir deprem ülkesi. Ancak bu gerçekle yüzleşmek yerine her büyük felaketten sonra aynı tartışmalara dönüyoruz. 6 Şubat depremleri, sorunun hâlâ çözülemediğini, bilimsel verilerin, siyasetin ve rantın gölgesinde kalmaya devam ettiğini acı bir şekilde gösterdi.
1999 sonrası çıkarılan deprem yönetmelikleri, binaların deprem dayanaklığını artırmayı amaçlıyordu. Ancak 2023’te yıkılan birçok yeni bina, uygulamadaki eksiklikleri gözler önüne serdi.
1999’DAN BUGÜNE…
AFAD merkezi, afet koordinasyon kurumu olarak kuruldu, ancak 6 Şubat depremlerinde müdahalelerde ciddi eksikler yaşandı.
1999’dan bu yana fay hatları üzerindeki yapılaşmaya karşı etkili bir önlem alınmadığı gibi bu alanlarda yapılanmalar devam etti.
“Kentsel dönüşüm” adı altında yapılan projeler, riskli yapıların yenilenmesi yerine, rant odaklı uygulamalara dönüştü.
1999’dan bu yana çok şey söylendi, ama yaşama geçirilenler ya yetersiz kaldı ya da yanlış uygulamalarla heba edildi.
Bilim insanları uyarıyor ve çözümler öneriyor, ancak bilim insanlarının sesi siyasetin ve popüler tartışmaların gölgesinde kalıyor.
“6 Şubat depremlerinin yıldönümü geliyor. Medya harıl harıl hazırlanıyor. Siyasetçiler neler yaptıklarını, neler yapacaklarını anlatıyor, depremzedeler nelerin eksik olduğunu söylüyor. İyimserlik, karamsarlık almış yürümüş.
Bugünkü anlayışla her şey yapılmış, tamamlanmış olsa bile deprem sorunu bitmeyecek. Bu sorun ancak anlayışımızı değiştirerek çözülebilir. Soruyorum size. Yarın yine buralarda deprem olmayacak mı? Depremler ebediyen tekrarlanacak. Belki o sırada biz olmayacağız ama çocuklarımız, nesillerimiz olmayacak mı? Aynı acıları onlar çekmeyecek mi? Bütün acı ve ölümleri birbirimize devir edip duracak mıyız?

DEPREME DİRENÇLİ KENTLER
Bu sorundan ancak deprem dirençli kentler yaratmak suretiyle kurtulabiliriz. Çağdaş deprem ülkeleri böyle. Depremde biz binlerce insanımızı feda ederken oralarda ancak birkaç kişi tesadüfen ölüyor. Deprem dirençli kent, büyük depremleri minimum hasarla atlatan kent demektir.
Kent yönetimi, halk, altyapı, yapı stoku, ekosistem/çevreyi ve ekonomiyi eğitim, bilim ve günümüz teknolojileri ile deprem dirençli hale getirirsek bu dertten büyük ölçüde kurtuluruz. Yeter ki sizi yöneten insanlardan deprem dirençli kentleri talep edin.” Prof. Dr. Naci Görür’ün bu sözleri, bilimsel gerçekleri dikkate almadığımız sürece yaşanacak felaketleri özetliyor.
Bilim konuşuyor, uyarıyor, çözüm önerileri sunuyor; fakat siyaset kısa vadeli çıkarlar peşinde koşuyor, medya sansasyon yaratıyor ve toplum bu durumu sessiz izliyor.
Japonya, deprem riskinin her zaman var olduğunu kabul ederek, bina standartlarını sıkı şekilde uyguluyor. Halk düzenli olarak eğitim alıyor. Siyasi otoriteler, bilimsel verileri dikkate alarak önleyici politikalar uyguluyor.
Bilimi dinlemeyi öğrenmediğimiz sürece her deprem, yalnızca yer kabuğunu değil, güvenli bir yaşam umudumuzu da sarsmaya devam edecek. Halkın ve bilimin sesi yıllardır yankılanıyor. Peki, gerçekten duymak isteyen var mı?
DENİZ ÖZTÜRK
SİYASET BİLİMCİ