Kaşlarını çatmış, öfkeli bir yüze benziyordu gökyüzü, sonrası karanlık ve suskunluk olan bir gündü. Oysaki Kant’ın dediği gibi “Dünyada iki şey her şeyden güzeldir: Gökteki yıldızlar ve rahat bir vicdan.” Ne yıldızlar ne de vicdanlar huzurluydu. Vicdanlar; tedbirsizlik ve liyakatsizliğin akıl ve bilime karşı en vahşi haline tanıklık ediyordu.
Bir olumsuz duyguyu daha taşıyamayacak kadar ağırlaşmış bu insanların yüzlerine çaresizlik vurmuştu, bir de öfke ve keder. Zaman geçtikçe, acı haberler geldikçe tüm umutlarına, hayallerine gölge düştüğünü hisseden insanları hüzün sardı.
HESABINI KİM VERECEK?
Sosyal bir cinayet işlenmişti çünkü önlenebilir bir ölüm sosyal cinayettir. Bu sosyal cinayetin ve bundan öncekilerin sorumluları kim? Suçlu kim? Hesabı kim soracak? Kim hesabını verecek? Eğer ki bu soruların yanıtları tek tek verilip çözüm bulunmazsa daha çok hüznü, acıyı yaşayacağız ve sonra yine unutacağız. Ölen öldüğüyle kalacak!
Hani bize diyorlar ya “Acıları siyasete alet etmeyin” diye. Ancak yaşadıklarımız siyasetin ürünüdür. Siyaset neler mi yapıyor? İnsani değerleri, hukukun üstünlüğünü ve adaleti her şeyin üstünde tutan etkin olmayan bir çoğunluğa gözdağı vermek istiyor. Başkalarına yapılan haksızlık, zulüm ve adaletsizlik karşısında mutlu olanlar kendi hallerinden nasıl da memnunlar! Peki ya sorumluluk?
Olayın ardından ortaya çıkan samimiyetsizlik de vicdanları sızlattı. Susmak ve gizlemek gibi samimiyetsiz ve insan psikolojisine aykırı bir ahlak anlayışı dayatılmak istenirken insan nasıl durur? Şafak vakti gözaltına alınanların usulsüz muameleye uğraması neyin sonucudur? Elbette yanlış zihniyetin, hoyratlığın sonucudur ve siyasetin defolu ürünüdür.
HUKUKI VE AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ
Hukuki çöküntüyle beraber kendini gösteren ahlaki çöküntü belki bundan önce hiçbir kuşağın başına gelmemiştir.
Her birimiz bu inanılmaz değişimlerin tanığı olduk, daha doğrusu tanığı olmaya mecbur bırakıldık. Her türlü gerçek dışı değişikliğe uyum sağlamak zorunda kaldık. Ne kadar karşı çıkmaya çalışsak da dirensek de bu durum çoğunluğu önüne katmış götürüyor ve hiç kimse buna karşı çıkma cesaretini gösteremiyor. Gösterenler de soruşturma, gözaltı ve hapis ile cezalandırılıyor.
Ancak yurtseverler bilir ki “Ardında gündüzü olmayan hiçbir gece yoktur”. Yurtsever insanlar gölgeyi ve karanlığı, karanlığın ortasında kalmayı kabul etmezler. Ardında gündüzü olan gece kabul edilebilir yalnızca. Kendi ışığımızı bulmayı ve güneş yoksa onu yaratmayı biliyoruz. Hani Nâzım Hikmet diyor ya: “Akın var / güneşe akın! / Güneşi zapt edeceğiz, / güneşin zaptı yakın!” sadece biraz sabır. Bize yaşatılan bu acı olayların bir an önce bitmesini diliyorum.
ABDULLAH YÜKSEL
EĞİTİMCİ, YAZAR